Bölüm 34: Gece İti Tavernası

891 133 19
                                    

Heyecandan bölük pörçük uyuyabilmiştim ama zaten gün doğmadan kalkmam gerektiği için durumdan şikayetçi değildim. Bugün nihayet sıkıcı hayatıma renk katacak bir şeyler yapabilecektim. Tek korkum, o rengin kendi kanımın kırmızısı olacağıydı. Ustamdan öğrendiğim üzere, ortaya çok fazla şey koymadan, kayda değer bir şeyler kazanmak mümkün değildi. Planımı elimden geldiğince terslikleri tölere edecek şekilde şekillendirmiştim. Yine de çok büyük şans faktörleri vardı ve sonunda hayatımdan olabilirdim. İlk önceliğim, seyis henüz kalkıp kahvaltıya inmeden önce müştemilattan çıkmaktı. Beni mutfakta göremeyince, uyuyup kaldığımı sanacaktı ve dönüşünde bana atmak için cicili bicili fırçalar düşünecekti. Ben bu sırada, çoktan faytona gitmiş, sessizce yolcu kabinine girmiş olacaktım. Kabin küçük olduğundan, içeride saklanma şansım yoktu. Eğer seyis faytonu kontrol etme gereği hissederse, beni orada bulacağından şüphem yoktu. Bir bahane olması adına, yanıma temizlik için bir bez ve bir kap su alacaktım. Olur da es kaza yakalanırsam, erkenden işe başlayıp faytonu temizlemeye giriştiğimi söyleyecektim. Kusursuz bir bahane sayılmazdı ama seyis başıma gelenleri bilmediği için başka bir şeyden şüphelenmesi için sebebi olmayacaktı. İşin faytondan inip sokağa çıkma kısmı ise en büyük şans gerektiren kısmıydı. Marangozhane büyük ihtimalle şehrin tüccarlar ve zanaatkarlar bölümündeydi. Etrafta pazar yeri kadar tantana çıkaracak kalabalık olmasa bile, bulduğum ilk karmaşada, çaktırmadan faytonun kapısını açıp dışarı atlamam gerekiyordu. Bunun için doğru anı kollamam hayati önem taşıyordu. Eğer o noktada seyise yakalanırsam, ne gibi bir yalan söyleyebileceğimi bilmiyordum. Geri dönüş bölümü ise tam bir çılgınlıktı. Dışarıda bir bez parçasına paçavralar doldurup, aşçı kadının beni şehre bohça almaya yolladığını söyleyecek, biraz da azalan çalışan sayısından ve artan angaryalardan yakınacaktım. Kapıdaki nöbetçilerin benden sıkılıp dikkat etmeyeceklerini umuyordum. Nöbetçiler de, tıpkı diğer çalışanlar gibi kimliğimden habersiz, sıradan bir seyis yamağı olduğumu düşünüyorlardı. Kimsenin girişimi Marki 'ye bildirmeye tenezzül edeceğini düşünmüyordum. Bu kadar kısıtlı bir sürede geliştirilmiş bir plan için bile haddinden fazla ölümcül riskleri vardı. Yapacaklarımı düşünmek bile, kalbimin hızla atmasını sağlıyordu.


Henüz hava aydınlanmamış, fakat eli kulağında sayılırdı. Hızlıca kalkıp, yastığımı yatağımın içerine yanlamasına koyup, şekilsiz bir beden izlenimi yarattım. Bu önlem, odama şöyle hızlıca atılacak meraklı bir bakıştan fazlası için değildi. İçeri biri girecek olsa, yokluğumu şıp diye fark ederdi. Neyse ki kimse bu zamana kadar böylesi bir davranışta bulunmamıştı. Beni işe almak için gereken emir bizzat kahyadan geldiği için, seyisin ufak tefek tacizleri dışında kimse bana bulaşmıyordu. Çıplak ayaklarıma botlarımı geçirip, usulca odamın kapısını açtım. Henüz mutfak çalışanları bile uyanmamıştı. Malikanede çıt çıkmıyordu. Koridora çıkıp, ana kapıya doğru yöneldim. En tehlikeli bölge, çıkış kapısının orasıydı. Üst katlara çıkan merdiven tam bu bölgede başlıyordu. Seyis dahil, çalışanların çoğu mutfak kokusundan uzakta olan üst katlarda konaklıyorlardı. Erkenden uyanan bir işgüzara yakalanmam, kahvaltıda adımın geçmesini sağlardı. Seyis, ortalıklarda sinsice dolanan yamak hikayesini oldukça ilginç bulacağına emindim. Merdiveni gören bir açıya geldiğimde durup etrafı dinledim. Taş merdivenlerden hiç bir ayak sesi duyulmuyordu. Şansımı daha fazla zorlamadan, hızla fırlayıp dış kapıya yöneldim. Kendimi bahçeye attığımda, aniden ilerleyişimi yavaşlatıp, sakin adımlarla ahıra doğru yöneldim. Günün her saati etrafta muhafızlar oluyordu. Onlar için 'erkenden kalkmış, işine yürekten bağlı bir seyis yamağı' gibi görünmeliydim. Tamamen ayık olmama rağmen, esneme taklidi yaparak tembelce yoluma devam ettim. Bahçede dolanan iki muhafıza denk geldiğimde hiç istifimi bozmadım. Adamlar dönüp yüzüme bakmadılar bile. Ahıra vardığımda, beni hep bir ağızdan kişneyen atlar karşıladı. Varlığıma hala alışamamış gibiydiler. Tıpkı planladığım gibi bir kova su ve bir bez parçası alarak ahırın dışında bulunan faytonun yanına gittim. Çevremi kontrol ettikten sonra, izleyen kimsenin olmadığına kanaat getirip yolcu kabininin kapısını açıp içeri tırmandım. Artık yapabileceğim tek şey, on-ikilere dua edip sabırla beklemekti. İkisini de yapamadım. Geçen her an bir ömür gibi geliyordu. Gün çoktan aydınlanmaya başlamıştı. Seyis kahvaltısını ederken, ben kendiminkini atladığım için hoşnuttum. Zira bu kadar heyecanlıyken midemde yiyecek tutabileceğimi sanmıyordum. Ne kadar zaman geçtiğini kestiremiyordum. Faytonun pencerelerini kalın bir kumaş örtüyor, zaman algımı yok ediyordu. Bana sonsuz gelen bir sürenin altından, toynak seslerine karışan bir söylenme duydum. Konuşulandan tek seçebildiğim 'tembel piç' oldu. Seyis kendi kendine beni çekiştiriyordu. İstemsizce nefesimi  tutmuştum. Adamın bana söylenmek için her türlü hakkı vardı. Sadece düşündüğü sebepten değildi. Atı faytona bağlarken tüm kabin sarsıldı. Hayvan biraz huysuzluk etmiş olmalıydı. Gördüğüm hiç bir at, Süslü gibi iyi huylu değildi. Bir anda hayvanı Gümüş Kelebek 'de bıraktığımızı hatırlayınca panik oldum. Onun için yapabileceğim bir şey yoktu. Hiç bir koşulda ne hana, ne de çevresine dönebilirdim. Hancı büyük ihtimalle Süslü 'yü satıp, parasına bakacaktı. Şu anda onun için endişelenecek zamanım yoktu. Kendi canım tehlikedeydi. Seyisin ayak seslerini duyamıyordum. Her an kabinin kapısı açılır diye, elime bezi alıp kovaya daldırmak üzere bekliyordum. Seyisin sahneye girmesiyle birlikte, hummalı bir temizlik telaşında olan fedakar yamak rolünü oynamaya hazırdım. Adamın sürücü koltuğuna yerleşmesiyle sallanan kabin, bana bu bıçak sırtı performansı yapmam gerekmeyeceğini müjdeleyene kadar hazır bekledim. Planımın ilk aşaması sorunsuzca gerçekleşmişti. Fayton harekete geçip, büyük bahçe kapısına yönelmişti bile. Dışarı çıkarken yavaşlayan araba, sokağa çıktığında seri bir şekilde yokuş aşağı bir eğimle ilerlemeye başlamıştı. Tam düşündüğüm gibi şehrin ortasında yer alan tüccarlar ve zanaatçılar alanına doğru gidiyorduk. Asillerin yer aldığı bu bölümde faytondan inmek oldukça tehlikeli bir hareket olurdu. Üstümde basit, gri bir tunik ve kahve rengi eski püskü bir pantolon vardı. Üstelik buram buram at kokuyordum. Her halimden alt tabakadan olduğum belli oluyordu. Bu da şehir muhafızlarının beni sorgulamasına yol açardı. Böyle bir sohbet için hiç de can atmıyordum. Tüccarların alanına gidene kadar bekleyip, daha sonra bir fırsat kollamalıydım. Yerimi tespit edebilmek için, pencereyi kaplayan kalın perdeyi bir parmak kadar araladım. Gelen geçenlerin gözü mutlaka faytona uzanıyor, içeridekini görmeye çalışıyorlardı. Meraklı bakışları planıma dahil etmemiştim. İnsanlar soylu dedikodularını seviyor olmalıydılar. Bu işleri zora sokan beklenmedik bir ayrıntı olmuştu ama artık geri dönmek için çok geçti. Çoktan dışarı çıkmıştım. 

EJDER RUH 1. KİTAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin