Bölüm 27: Kalabalıklar

1K 138 12
                                    

Kervan sakinleri ile geçen yolculuk sürem, sayısız sosyalleşme denemesi ve başarısızlığı ile doluydu. İnsanlar ile bir bağ kurmak konusunda, tek bir başarı bile elde edememiştim. Tüccarlar için parası pulu olmayan, ticaretten anlamayan bir çocuktum, sanatçılar içinde yeteneksiz, alelade bir köylü. Benim için, diğerlerinin Sessiz El rahiplerinden bir farkı yoktu. Bütün konuşma çabalarım, kısa, konuyu kapatmaya yönelik cevaplar ile geçiştirilip durmuştu. Bir süredir zaman sadece insanları ve yolu izlemekle geçiyordu. Böylesine daha çok alışkındım, fakat ustama yeterince yardımcı olamadığım için üzülüyordum. Öte yandan kendisi, kervanbaşının takdirini kazanmış, ve molalarda sık sık konuşmaya başlamışlardı. Ustamın önden ilerleyip, tehlikelere karşı kervanı koruyor oluşu, yolcuların gerginliğini ciddi ölçüde azaltıyordu. Kimse ile konuşmaya çalışmasa bile, ona bakan gözlerin tümünde bir takdir vardı. Anlaşılan gerçek dünyada insanlar birbirine, işe yararlığa göre değer biçiyorlardı. Henüz eğitiminin başında bir çırak olarak, hiç bir değerimin olmamasına şaşmamak gerekirdi. Yine de gözlerim de az çok bilgi kırıntıları toplamama olanak sağlıyordu. Mesela, Bayan Milenk kesinlikle sihirbazın kız kardeşi değildi. Bir gece nöbetinde onları el ele yürüyüş yaparken gördüğümde, bunun romantik bir ilişki olduğunu anlayabilmiştim. Değerli taş tüccarının arabacılarından biri aynı zamanda bir koruma çıkmıştı. Adam nöbet sırası demeden, kesintisiz bir şekilde sadece tüccarın mallarını koruyordu. Sanırım konu dahne olunca tüccarlar yol arkadaşlarına ve meslektaşlarına bile güvenmiyorlardı. En çok kafa karıştıran karakterler ise oyunculardı. Aşk hayatları, tıpkı duygu durumları gibi değişkenlik gösteriyordu. Hızla yeni çiftler oluşuyor, ve sonra bir başkasını oluşturmak için dramatik kısa ayrılıklar yaşanıyordu. Sahnede yaşanan aşk hikayeleri için sonsuz bir hazırlık silsilesi gibiydi günlük hayatları. Bir an çok sinirli olup, bir an sonra dans ediyorlardı. Onları izlemek bile yorucuydu. İlk haftalarda durumu ciddiyetini koruyan Pierre, çoktan lüks faytona dönüp, işleri ağırdan alsa da bu karmaşanın içindeki rolünü oynuyordu. Düzenli hazırladığım merhemler yüzünden kendisi bana bir teşekkür bile bahşetmişti.


Murnasil 'e olan yolculuğumuzun sonundaydık. Şehre yakınlaştıkça karşılaştığım köylerin, kasabaların boyutları da büyümüş, etrafta koşuşturan insan kalabalıkları giderek artmıştı. Yine de hiç bir şey beni gördüğüm manzaraya hazırlamamıştı. İstemsiz bir şekilde Süslü 'nün yularına asılarak ilerleyişimi durdurdum. Kuraklık, karşılaştığım bütün yerleşim yerlerinde, cılız çocuklar, umutsuz sarhoşlar, asık suratlar, şüpheci kalabalıklar olarak kendini göstermişti. Oysa Murnasil, sanki dünyada onu etkileyebilecek hiç bir felaket yokmuş gibi karşımda dikiliyordu. Gri kayalardan yapılma, şehrin kalın dış duvarlarını, ölümün kendisi dahi aşamaz gibiydi. Bulunduğum tepeden, üstten bakıyordum gördüğüm ilk şehre. İnsanlar kafileler halinde, şehrin devasa kapısından içeri girip, çıkıyorlardı. Burası insanlara özgü bir arı kovanı gibiydi. Aynı anda hem korkup, hem de umutlanmıştım. Böylesi bir kalabalıkta ustam ile kime, neyi anlatacaktık bilmiyordum. Öte yandan, bunca insan arasında kendi yaşadıklarım konusunda bir şeyler bilen, yardım edebilecek mutlaka birileri olmalıydı. Yanımdan ilerleyen kervandan bana seslenildiğini işittim.

"Bütün gün orada duracak mısın, çocuk" diye sordu sihirbaz, at arabası ile aynı hizaya geldiğimizde.

"Ben... Bakıyordum. Çok etkileyici görünüyor" diye yanıtladım Süslü 'yü ağır tempo ilerletirken.

"Murnasil 'e ilk gelişiniz mi, genç adam" diye araya girdi Bayan Milenk.

"Evet. İlk defa bir şehir görüyorum diyebilirim" dedim gözlerimi manzaradan ayırmadan.

"Görüntüsü seni korkutmasın. Bir defa ne nerede öğrendikten sonra, büyük bir köyden farkı yoktur. İnsanlar her yerde aynıdır" dedi kadın.

EJDER RUH 1. KİTAPWhere stories live. Discover now