GİRİŞ: 13 Yıl Önce

15.8K 542 116
                                    

Bilincim, kadim bir uykudan sonra mevcudiyetimi yavaşça kavrarken, burun deliklerimden ciğerime akan derin bir nefes ile uyandım. Tanıdık, tatlı kükürt kokusu burnuma doluştu. Devasa göz kapaklarım tembelce aralandı. Tüm karanlığına rağmen, ihtişamlı bedenimi saran mağaranın görüntüsünü inceledim. Görmek için ışığa ihtiyacım yoktu. Bulunduğum yere ait bilgiler, çağlarca biriktirilmiş anılar ile aklıma sızdı. Ben Vulgro'ra, ateş soyunun en ak koru, avcıların avcısıydım. 

Son buzul çağı ile yattığım uyku düşündüğümden de uzun sürmüştü. Bunu zayıf düşmüş korumdan anlayabiliyordum. Benliğimin ve gücümün merkezi olan kor, daha önce hiç olmadığı kadar soğumuştu. Zamanın başlangıcından bu yana, buzul çağlarında uyumuş, yer ile gök tekrar ısındığında uyanmıştım. Fakat hiç biri beni, şimdi olduğum kadar güçsüz düşürecek kadar uzun sürmemişti. Üstüme yığılan çağların tozunu silkelemek için doğruldum. Fiziksel gücüm yerindeydi. Mağaramın girişi, volkanik dağın merkezinden sızan lavlar ile zaman içerisinde örtülmüştü. Gökyüzünde süzülmenin tatlı anısı içimde bir beklenti yarattı ve kanatlarım istemsizce kıpırdadı. Bir ejderhanın yeri, bulutların üzeridir. Benliğimdeki kora uzanıp, yanardağın alevlerini çağırdım. Ben ateşin efendisiydim. Eriyik taşlar varlığıma boyun eğdi. Fersahlarca derinlere uzanıp, çağrımı yineledim. İçimdeki beklenti ile, yanardağın tıslamaları arttı. Dünya uyanışımı duymalı, ve avcı efendinin dönüşü ile titremeliydi. Korumdan kanıma karışan güç ile kükredim. Yanardağ ise irademle patladı. Kaya ve toprak yığınları göz açıp kapayıncaya kadar şiddetle yolumdan çekildi.  

Patlama ile üstü açılan mağaramdan içeri temiz hava ve gün ışığı girdi. Rüzgar pullarımın yüzeyini okşarken, eski bir dost gibi davetkardı. Bir kaç kanat çırpışı ile, alevler kusan yanardağın üstüne çıktım. Tüm beklentim, dolu dizgin bir coşkuya dönüştü. Yükseldim, ve yanardağın eteklerinde uzanan vadiye devasa gölgemi düşürdüm. Her çırpışımda kanatlarım rüzgarı dövüp şekil verdi. Kaybettiğim gücümü tekrar toplamak için avlanmaya karar verdim. Uçmak ve avlanmak. Bunlar varlığımın en temel unsurlarıydı.  Ben avcıların avcısıydım. Gölgemin düştüğü yerde ise herkes avdı. Başımı aşağı eğip, çevreyi keskin gözlerimle olası avlarım için taradım. Yeryüzü onu bıraktığımdan çok daha farklı görünüyordu. Buz denizi ile kaplı küçük bir ada olan istirahat yerim, dağları ve vadileri olan bir toprak parçasıydı artık. Görünürde avlamayı sevdiğim, büyük, sulu yaratıkların hiç birisi yoktu. Önümde açılan dağların ortasında, daha önce görmediğim küçük şekiller fark ettim. Yönümü bozmadan, ileriye doğru hızlandım. Giderek yakınlaşan şekilleri dikkatle inceledim. İki ayak üstünde duran minik canlılar, ağaçlar ile yaptıkları garip mağaralarından çıkıp bana ve yanardağa korkuyla bakıyorlardı. Kulağıma yabancı sesleri geldi. Korku.... Korkunun sesini avcı kulaklarım her canlıda seçerdi. Heyecanım körüklendi, kükredim. Sesim bir gök gürültüsü kadar yırtıcıydı. Yaratıklar mağaralarını terk edip, o biçare küçük iki ayakları ile kaçışmaya başladı. Bu keyifli curcunayı izlemek için alçaldım ve pençelerimden birini ancak dolduran bir ağaç mağarasının üzerine indim. Muhteşem ağırlığım ile mağara parçalandı. Minik yaratıklar korku sesleri ile kulaklarımın hasretini dindiriyor, kaçmaya çalışıyorlardı. Sanki öyle bir ihtimal varmış gibi... Büyük olanlardan bazıları, küçük olanları taşıyordu. Birbirlerine tutunarak koşanlar, düşenler, anlamsız tiz sesler ile bağrışanlar ile doluydu manzaram. Tatlarının nasıl olduğunu hayal ettim. Bu minik şeylerden bir düzinesi ancak karnımı duyururdu. Hiç yoktan iyiydi. Bazı ağaç-mağaraların üzerinden duman yükseliyordu. Gözlerimi kapayıp korum ile çevremi taradım. Evet, bu ağaç mağaraların içinde ateş vardı. Ateş ile dost olan yaratıklar... Daha önce biz ejderhalar hariç böyle bir yaratık görmemiştim. İncelemem ve merakım sürerken, yıktığım ağaç-mağaranın bitişiğinden, minik yaratıklardan biri çıktı. İhtişamlı görüntüm karşısında hareket bile edemedi. İncelemeye tok karnına devam etmeye karar verip, küçük bedenini bir çırpıda dişlerim arasına aldım. Eti az, kemik dolu bir bedeni vardı, fakat yinede sıcak ve suluydu. Onu pek fazla çiğnemeye bile gerek duymadan yutu verdim. Bunlar garip yaratıklardı. Dağlar azametli mağaralar doluyken, ne çeşit bir canlı ağaçlar ile mağara yapar ve içlerine bir de ateş çağırırdı. İlgimi kaybedip, daha büyük bir av aramak için tekrar yükseldim ve gitmeden önce bütün ağaç-mağaraları alevli nefesim ile kül ettim.  Çevremi daha iyi görebilmek için, bulutların üzerine çıkana kadar durmadım. Rüzgarı kuyruğuma alıp, hızla bu gözlerime yabancı gelen yeni yeryüzünü keşfetmeye çıktım. Bir avcı, avlağını bilmediydi.

EJDER RUH 1. KİTAPTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon