24.Bölüm ''ELVEDA''

21.3K 1K 480
                                    

Vince oda kapısından hole doğru yürürken bana küçük bir gülümsemeyle döndü.
‘’İşte Otilla. Bu yaptığın bana karşı tam da bir ‘baş kaldırı.’’

***

-5 ay sonra-

***
Soğuk ve sert geçen kış yerini, insanın tenini okşayan bahar güneşine bırakmıştı.
Sesini duymaya hasret kaldığımız kuşlar cıvıldıyor, kediler sokaklara dökülüyorlardı. Herkesin beklediği o güzel bahar, kışın ardından bize parlıyordu.
En sevdiğim mevsimin kış olduğunu, bahar gelince anlamakta benim için ayrı bir pozisyondu. Kışın baharın gelmesini dört gözle beklerken ve güneşin mucizevi ışınlarının gözüme değip beni uyandırmasını umut ederken, aslında kış kızı olduğumu anladım. Her defasında böyle oluyordu. Nankördük işte. Her insan gibi bende nankördüm, kışın yazı, yazın kışı istiyor, hiçbir zaman bulunduğum halden mutlu olamıyordum. Ama yakınmıyordum da.
Çünkü yakınmak hiçbir işe yaramayan bir gürültüden başka bir şey değil.

Atilla’nın yanında çalıştığım müddetçe bana karşı yakın tavırları, yaklaşımı ve davranışları insanın ruhunu okşar niteliğe ulaştı. Ve bu dalgalı denize bende yelken açmaya karar verdim.
Gülüşüne karşılık veriyor, hareketlerime davetkar bir hava katıyordum.
Sık sık konuşuyor, fikirlerimizi daima münakaşa ediyor, birbirimize karşı nezaketimizden ödün vermiyorduk. Ondan hoşlanıyor muydum tam bilmiyorum ama yıllarca Vince’den beklediğim huzuru Atilla’nın yanında buluyordum.
Atilla sevecendi, sıcakkanlıydı, konuşkandı ve çözülmeyi bekleyen bir giz değildi.
Vince öyle değildi. Bir giz gibi duruyordu. Sanki kayaya saplanmış o büyülü kılıç gibiydi. Gerçekten çok cesur olan ve hak eden kişi o kılıcı saplanmış olduğu kayadan kurtarabilirdi.
O kişi ben miydim bilmiyorum ama Kılıcı çıkarmaya çalışmaktan yorulmuştum. Bir şey sizi yoruyorsa eğer, vücudunuz tembelliği yeğler. Benim tembelliğim Atilla idi.

Gökçenle ise aramı hiç düzeltemedim. Atilla’yla yakınlaştıkça bana cephe aldı ve zamanla kendi nefretini içinde büyüttü.
Kelimeleri bir iğne gibi bana batıyor, gözleriyle alevler saçıyordu. Bakışlarımı kaçırmaktan ve alttan almak son sıralarda zor geliyordu fakat bu durumda bir kelimem bile o küçücük kıvılcımı büyük bir yangına çevirebilirdi.
Ve ben bir yangınla daha başa çıkacak kadar güçlü değildim.

Bundan birkaç gün önce, bir yangında yüreğimi yaktı.
Her zaman normal bir şekilde geçen Pazar günü benim cehennemim oldu.
Benim cennetteki cehennemim oldu.

Vince ile her zamanki gibi bir akşam yemeğiydi.
Yemek normaldi.
Akşamda normaldi.
Ama Vince normal değildi.
Olanlar da normal değildi.

Belki içkinin etkisiydi, belki içinden geldiği için öyle davrandı bilmiyorum. Tek bildiğim şey bu durumun hoşuma gitmediği kadar hoşuma gitmesiydi.
Sofrayı aklımda bin bir düşünce ile toplamaktan başka hiçbir şey yapmıyordum. Gün içerisinde tembellik yapıp, birkaç sayfa kitap okumuş, evde çok dağınık gördüğüm yerleri toplamak dışında hareket etmemiştim.

Akşam yemeğini hazırlamış, Vince ile birlikte yemeği yemek üzere oturmuştuk. Fakat bir tuhaflık vardı. Ortamın havasında, yemeğin tadında, benim içimde, herkesin dışında. Adını veremediğim bu tuhaflık insanın içini huzursuz ediyordu.

Yemeğin ortasında kalkıp o harikulade büfesine yönelip, bir içki şişesiyle birlikte bardağını alıp masaya yeniden oturdu. Ne yapacağını az çok tahmin ettiğimden o bu işlemleri yaparken ben yemeğimle ilgilenmiştim.
İşin garip kısmı burada başlıyordu.
Konuşmaların garipliğinin yanı sıra olayın da garipliği.

‘’Demek Atilla ve sen.’’

Evde Vince ile Atilla’nın karşılaşmasından sonra, Atilla bana eve kadar eşlik ederken görmüş olmalıydı. Bahar balosu nedeniyle işler yoğundu ve normalde olduğundan daha geç eve geliyordum. Vince geldiğimde genellikle evde oluyordu. Karanlığı sevmeme ve korkmama rağmen çok ısrar ettiği için ise Atilla’nın bana eşlik etmesine izin veriyordum.

Karanlık insanların düşündüğünün aksine o kadar korkunç değildi. Bence asıl korkunç olan şey aydınlıktı.
 
Bir bardağın arkasını diğer bardak kovalıyor, su gibi içiyordu içkiyi.

‘’Atilla ve Otilla. İsimlerinizde uyumlu.’’
Konu benim etrafımda dönerken bunun hiç hoş olmayan bir girdaba benzeyeceğini biliyordum. Başımı sallamak gibi bir girişimde dahi bulunmadan, masadan kalkıp sofrayı toplamaya başladım.
Birkaç parça eşyayı sakin adımlarla ve olanları umursamadan mutfağa bıraktıktan sonra Vince bu hareketlerimden rahatsız olacak ki, birkaç parça eşyayı daha götürürken arkamdan homurdandığını duydum.
Duymazdan gelmek kolaydı.
Ama görmezden gelmek?

Son kalan birkaç küçük parçayı da mutfağa götürdüm. Son temizliği yapmak için salonda doğru gidecekken, mutfak kapısından Vince’in geldiğini gördüm. Üzerinde takım elbisesinin ceketi yoktu, gömleğinin kolları kıvrılmıştı ve gözlerinin altı normalden çok daha fazla kızarmıştı. Sarhoş değildi ancak bir şeylerin onu etkilediğini ya da etkileyeceğini belli eden bir tavırla bana doğru yaklaştı. Bunun hayra alamet olmadığını anlamak zor değildi. Aklımda onu buraya ne getirdi diye birçok soru dolaşırken belki de kendi kendime çok kuruntu yaptığımı düşündüm. Garip olan ise beklide saliseler süren onu görme sürem ve konuşma süresi arasında bu kadar çok şeyi bir anda düşünebilmemdi.

‘’Atilla ile yakın olmamanı söylediğimde bana karşı çıktığını hatırlıyorum Otilla.’’
Uzun zamandır dilinin altında saklanan bakla, onu rahatsız eden çivili yatak Atilla’ydı demek ki.

‘’Kendi hayatım konusunda, kendi kararlarımı verebilirim diye düşündüm aslında.’’
Kırık bir gülümseme dudaklarında kıvrıldı. Küçük gülümsemesi dudaklarında varlığını sürdürürken bana daha çok yaklaştı ve kulağıma eğilerek fısıldadı.
‘’Peki benim hayatımda kendi kararlarını verebilir misin?’’ Cümle anlamı kafamı karıştırmıştı. Saniyeler içerisinde vücudumun sıcaklığı artıyor kan beynime bir anda nedensiz bir hızda hücum ediyordu.
‘’Bunun anlamı da nedir?’’ sorumu sormama fırsat vermeden Vince bana daha çok yakınlaştı. Nefesinin ısısı, terimin kurumasıyla soğuğa kesmiş yanağıma çarptı.

‘’Ondan uzak durmalısın. Bunu bizim için yapmalısın.’’ Hangi bizim için olduğunu bilmiyordum. Ama bir ‘biz’ olma kavramı garip bir duygu silsilesinin içerisine çekmişti.

‘’Hangi biz?’’ dediğimde ise beynimde dönün soyut cümleyi, somutlaştırarak dilimden döktüm.
Biraz daha yaklaşıp, yanağımın dudağıma bittiği yere küçücük bir öpücük kondurdu.
Küçücük.
Bir.
Öpücük.
O an için ne olduğunu düşünemedim. O an ne olduğunu hissedemedim. O an var mıydı, bundan bile şüphe duydum. Kendimden Şüphe duydum. Aklımdan şüphe duydum.
Öptükten sonra başımı öne eğmekten başka bir şey yapmadım. Utanmış mıydım? Evet utanmıştım. İlk öpücüğümün hep Vince’e ait olmasını istiyordum.
Yıllardır hayalini kurduğum şey az önce, çok kısacık bir an içerisinde gerçekleşmişti.
Peki ne oldu?
Sonrası neydi? Hayal ettiğim kadar güzel miydi? Peki beklediğim kadar muazzam?
Başımı yerden kaldırmadan, Vince’i es geçerek odama doğru ilerledim.
Neydi biliyor muydum? Aslında biliyordum. Amacıma ulaşmak güzeldi. Bir hayalimin gerçekleşmesi gerçekten güzeldi. Fakat hayalime koşarken çabalamak, hayalime koşmak daha güzeldi.

Kitaplara okuduğum gibi bir kelebeklenme dolmamıştı karnıma. Ya da bulutlarda yürümüyordum. Ellerimi yüzümü ve düşüncelerimi hipoya basmaktan başka bir şey düşünmedim. Belki kendimi Atilla’ya çok kaptırmıştım, belki de en başından beri Vince benim için yalnızca Vince’di.  Tek gördüğüm erkekti. Tek tanıdığım erkekti. Hayranlık duyduğum bir şahsiyet, çocukluk aşkımdı. Ama şimdi bana o eski anlamlarını ifade etmiyordu.

Ertesi sabah posta kutusunun içerisinde Bahar Balosu daveti vardı.
Yalnızca Vince’in adı geçiyordu. İkinci sınıf insan yerine konulmak mı daha çok ağırıma gitmişti, yoksa hiç olmamışım gibi davranılması mı bilmiyordum.

O baloya gidecektim. Çünkü bir daha başka bir balo’ya imkanım bile olmayabilirdi.
Ve balo, 22 Hazirandaydı. Yani doğum günümde. Belki de kendime ilk defa bir hediye verebilirdim.

*
Sonlar başlangıçlara gebe.
Göz kapaklarım ağırlaşıyor ve hislerim yoğunlaşıyor.
Anlamsız karışımların içerisinde boğulmamak için yüzme bilmek gerekiyor.
Durgun düşüncelerimi derin sulara bırakmak isteği içimde.
Kalbimin atışları dakikada 80.
Gerçekten kim olduğumu bilmeyecek kadar karışığım.
Gerçekte ne olduğumu bilmeyecek kadarda mahzun.
Turuncu göğe baktığımda turuncuyu görmüyorum.
Renkler yeteri kadar renkli değil.
Sevgiler gerçek değil.
Nefretlerin tuzu yaraya basınca yakıyor.
Ben Otilla Lesoli.
Bu da benim hikayem.
Fakat başlangıcını bilmediğiniz hikayemin bir sonu da yok.
Bir rüya gibi.
İlk sayfası basım hatasına gitmiş, son kısımları yırtılmış ikinci el bir kitap gibi.
Hislerimi kelimelerle vücuda erdirmeye çalıştım.
Başarısızlığım, tecrübesizliğimin bir kanıtı.
Ve varoluşum, yok oluşlara bir baş kaldırı.

*


SON SÖZ

Otilla 22 Haziran günü Bahar balosu adındaki buluşmaya Atilla’nın partneri olarak gitti.
25 Haziran günü Atilla, Otilla’ya evlenme teklifi etti.
Otilla her zamanki gibi garip düşüncelerini araya soktu. Başta sıcak bakmadığı bu ilişkiyi onayladı.
Kalbine değil, beynine inandı.
4 Ağustos günü, Otilla evlilik teklifini kabul ettiğini söyledi.
Bundan 5 sene sonra Otilla bir kız çocuğu dünyaya getirdi.

Vince büyük bir yıkım yaşadı.
Barbulet belası yüzünden bütün hisselerini Otilla’nın üzerine yaptığı için, Otilla evlendiğinde bütün mülk ona geçti.
Vince elinde kalan bir parça parayla kendi hayatına devam etmeye çalıştı.
Otilla evden gittikten sonra nedensiz bir depresyonun içerisine kendisini sürükledi ve bütün zamanını işe ve zamparalığa ayırdı.
Yalnızlığını zamparalıkla gideremeyeceğini, gece hiç tanımadığı bir kadının ona sarılmasıyla fark etti.
Yıllarını boşuna harcadığını farkettiğinde zamanın ona oyunlar oynadığını anladı. Zaman durmamıştı.
Zaman geçmişti. 

Kalp kırıklıklarının tamir edilemeyecek boyuta ulaşabileceğini o gün kavradı.

Bundan 10 sene sonra Vince aşırı alkollüyken intihar etti.

Otilla o sırada ikinci çocuğuna gebeydi. Vince ve Bayan Mchardley’den kalan senetlerle eski yaşamından daha kaliteli bir yaşam sürüyordu.

Otilla, Vince’in öldüğünü öğrendiğinde, ikinci çocuğu doğmuştu.
Bir erkek çocuğu.


Başarısızlığım tecrübesizliğimdendir.
Ben kurdum, siz okudunuz. Ben başladım siz devam ettirdiniz.
Bir yolculuktu Odelina ve yolun sonuna geldik.

Ben Ecenur Güven ve Odelina benim ilk ciddi yazı deneyimim.

Gökten üç elma düştü.
Birisi bu hikayeyi zaman ayırıp okuyan insanların başına,
Birisi bu hikayeyi kuran, yazara,
Son elma ise Talihsiz Otilla’nın meyve tabağına.

Okuduğunuz için Teşekkürler.
Bu yolda beni yalnız bırakmadığınız, ve bana destek çıktığınız için sonsuz minnetler.
Başka kurgularımda görüşmek üzere.
Öpücükler.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 22, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

OdelinaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin