17. Bölüm ''Hazz-ı güç''

12.5K 724 42
                                    

‘’Bayan Perrel, siz söyler misiniz? Yoksa konuştuğumuz gibi ben mi söyleyeyim?’’ Kaşlarını sinirle çatmıştı. Sol gözü ise seyiriyordu. 
‘’Peki o zaman.’’ Derin bir soluk aldım.
‘’Müjdemi isterim Bay Mchardley! Baba oluyorsunuz.’’

Duyduklarının şokuyla aralanmış ağızları  ve söylediklerimin bir gülle gibi onlara çarpmasıyla fırlayan gözleri karşısında gayet keyifliydim; sanki ben donmuştum ve zaman ilerlemeye devam ediyor gibiydi.
Yüz ifademi hiç bozmadan olanları izlemeye başladım.
Önce Perrel’in dudakları büzüldü, çenesi gerildi ve sırtı dikleşti. Ardından Vince’in kaşları önce yay gibi havaya kalktı ardından düşüşe geçen bir uçak gibi çatıldı.
‘’Bayan Lesoli? Neler söylüyorsunuz böyle?’’ Perrel hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına tavırlar sergiliyor, öyle bir şey olduğunu kanıtlasam bile inkar edecek kadar yalanının arkasında duruyordu.

‘’Neler oluyor? Ne demek istiyorsun?’’ Vince in sesini ilk defa böyle duyuyordum. Anlamsız duyguları bir araya almış, ayırmak için uğraştığında ise çok geç kalmışsın gibi.

‘’Duydunuz, gerisini size Bayan Perrel pekala anlatabilir.’’ Boğazımı temizleyip konuşmaya devam ettim. 
‘’Siz gelmeden önce bunu konuşuyorduk ve bana size nasıl söyleyeceği konusunda tereddütler olduğunu anlattı. Bende eğer isterseniz sizin yerinize ben söyleyebilirim dedim ve şimdi gördüğünüz gibi size söyledim.’’ 

Vince çatık kaşlarını Perrel’e çevirdi. ‘’Ne demek oluyor bu?’’ ‘’Ne, ne demek oluyor Bay Mchardley?!’’
Bana döndü ve ardından ayağa kalktı. 
‘’Bu kız düpedüz kafayı sıyırmış.’’Omuzlarımdan tutup beni salladı. ‘’Söylediklerinin hiç biri hiçbir şekilde doğru değil!’’ Omuzlarımı tutan ellerini yana savurdum. 
‘’Asıl siz düpedüz kafayı sıyırmışsınız Perrel. Burada yalan söyleyen birisi varsa, bu ben değilim. Kim olduğunu merak ediyorsanız da gidip aynaya bakın!’’
Sesimin normalden fazla çıkıyor olması ve son söylediklerimden sonra Perrel’in ne yapacağını bilmez bir halde karşımda kalması bana apayrı bir his yaşatmıştı.
‘’Büyük saçmalık! Gaipten duyduğu diyalogları yaşanmış gibi gösteriyor.’’ Vince hala oturduğu yerde duruyor olayın nasıl gelişeceğini gözlemliyordu. 

‘’Hayır, asıl siz yalancısınız!’’ bir hışımla Vince’in yüzüne dönüp baktım. Gözlerinde hayal kırıklığı vardı. Ama ya hepti, ya hiç. Şimdi konuşamazsam, sonsuza dek susardım. 
‘’Kaçırıldım! Hatırlamıyorum dedim! Çünkü beni Perrel tehdit etti. Beni o kaçırdı.’’ Parmağımın ucu Perrel’i işaret ediyordu. Sesimin ayarını kaybetmiş deli gibi bağırarak konuşuyordum.
Bu sözlerimin üzerine Vince ayağa kalktı. Gerginlikten kasılan çenesi, biraz daha kasılırsa felçlenecek gibi duruyordu. 
‘’Ne diyorsun sen Otilla? Dediklerinin farkında mısın?’’ Daha önce hep susmuştum, konuştuğumda ise her zaman doğruları söylemiştim. Yalan söylemek bana göre değildi ama yaşadığım duygu yoğunluğuyla Perrel’le anlaşma yapmış, dediklerine uymuştum.  Şimdi ki Otilla, aslında Otilla değildi. Çok değişmiştim, bambaşka bir hal almıştım. Bu halim beni eskisinden güçlü kılarken, her defasında daha da zayıflatıyordu. 

‘’Hatırlamıyorum dediğimde size yalan söyledim, her şeyi hatırlıyordum! Ama Perrel..’’ 
‘’Kes sesini!’’ diye yüzüme bir el şiddetle indi. Perrel yine sinirlerine ve eline hakim olamamış, bütün öfkesini yüzüme aktarmıştı.
‘’Ve bana vurdu, gelmeden önce de bana vurdu, ve şimdi de!’’ Sesim eskisinden daha gür olmasına rağmen titriyordu. Bana hayatımda kimse dokunmamıştı, dokunduklarında ise bunun bu kadar sert ve acımasızca olması, insanlardan neden kendimi soyutlayıp, iç dünyamla baş başa kaldığımı bana onaylatır gibiydi. ‘Dışarısının pisliklerinden kaçmanın tek yolu, içinin temiz olmasıdır. Diğer bir yolu ise dışarıdan daha pislik olmaktır.’ Dışarıdan daha pislik değildim, çünkü pisliğin derecesini bilmiyordum. Fakat şimdi. Şimdi.. Hakikaten, şimdi neydim? Bir pislik olacak kadar kirli miydim, yoksa olamayacak kadar pak mı?

‘’Durun! İkinizde!’ Vince’in bağıran sesi, bizim kedi köpek kavgamıza beş kala bizi durdurmuştu. Sinirlenmiş, gerilmiş, kasılmış, yüzünün pembe tonu renk atmış, sarıya vurmuş, dudakları olayın hayretinden titrek; ayakta bize bağırıyordu.
‘’O! O büyük bir yalancı!’’diyerek Perrel Vince’e karşı kendi savunmasını yaptı.
‘’Hayır!’’ Buz gibi davranışlarımı olayların küresel ısınması eritmiş, deniz seviyesini yükseltmişti. Ve gözlerimden taşıyordu.
‘’Ben asla yalan söylemem Bay Mchardley!’’  İki elini birden hızlıca bir sinirle yere savuran Perrel bağırarak konuştu ; ‘’Ama söylüyorsun işte.’’ Vince’e baktım, elleri saçlarının arasında huzursuzca gezdiriyordu.
‘’Gidin buradan;ikinizde!’’
‘’Zaten burada, bu iftiralar karşısında daha fazla burada duramam! Haketmediğim şeyleri duyuyorum. İkinizde aklınızı başınıza alırsanız bana haber verirsiniz!’’ topuklarını bastırarak yürüdü ve kapıyı kırarcasına çarpıp çıktı.
Ellerimi yüzüme kapatarak odama koştum. Kapıyı kilitledim. Kapıyı kilitleyince sanki duygularımı da kilitleyecek, üzüntülerimi de kilitleyecektim. Gerçi hislerim kilitli kalamayacak kadar yoğundu.Aralıktan sızacak kadar akışkan, hemen dağılacak kadar uçucu. Haketmediğim şeyleri duyuyorum diyecek kadar yüzsüzleşmiş ve katılaşmış bir kadın, ve hangi denilene inanacağını şaşırmış genç bir adam ve ben. Kabalığın zeytinyağı misali yükseldiği, kelimelerin değil, şiddetin dövdüğü bir anı yaşamıştım. Yalan söylemek basit bir eylemdi ,icabında; yalanın bıraktığı etkiler ise bir yıkım.
Odamın kapısı ardı ardına vuruldu.
‘’Otilla! Aç şu kapıyı.’’ Vince aynı anda hem kapımı vuruyor, hem de kolunu çevirip açmaya çalışıyordu. Şaşkın bir şekilde kapının dışındaki Vince’e seslendim.
‘’Gidin buradan lütfen!’’ Ağlamaktan çatlayan sesim ve söz arasındaki kısık nefes alışlarımla bir seremoni oluşturan gürültümle devam ettim ‘’Bana inanmıyorsunuz ve bana kızacaksınız, yeteri kadar üzüldüm zaten. Gidin lütfen.’’ Kapıyı zorlayan eli durmuştu. Birkaç dakika boyunca kapının vurulmadığından dolayı Vince’in gittiğini düşündüm.Ardından kapım tekrar vuruldu. ‘’Otilla, kapıyı açar mısın?’’ ellerimle örttüğüm yüzümü açtım. Sesi az önceki hırstan arınmış, yumuşamıştı. Her ne kadar tuhaf karşılasamda kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı nazikçe tıklattı. ‘’Otilla, orada mısın?’’ kapıya iyice yaklaşıp, başımı yasladım. ‘’Buradayım.’’ Dedim sesimin kısıklığına aldırış etmeden. Elimin tersiyle burnumu sildim. Nazik ağlamamıştım, gözümden on kere yaş aktıysa burnumda on kere akmıştı.
‘’Konuşabilir miyiz?’’ derin bir nefes aldım. Yaslandığım kapıdan ayrılıp kilidi çevirdim. Ve bir. Kilidin birinci dönüşü. Ne konuşacağız? Ve iki. Kilidin ikinci dönüşü. Kızgın mı? Ve üç. Kilidin son dönüşü. Ne yapacağım? Kapıyı yağlamamaktan oluşan cızırtılı sesiyle birlikte açtım. Yüzümü yerden kaldırmadım çünkü karşılaşacağım şeyden korkuyordum. ‘’Otilla?’’ Yumuşak sesi. ‘’Bana bak.’’ Çenemi kaldıran yumuşak parmakları. ‘’Hayır.’’ Başım hızlıca savurarak,  çenemi tutan ellerinden çekişim.
Bu defa canımı acıtmasına izin vermeyecektim. Ona inandığımda hançerini bana bir kere geçirdi. İkinci bir darbede yığılacak kadar güçsüzüm.
‘’Konuşmamız gerek.’’
Birkaç adım gerileyerek yatağıma oturdum. ‘’Biliyorum.’’
‘’Bana bir şeyler açıklamalısın.’’ Birkaç adım ilerleyerek yanıma oturdu. Yanıma oturmasından garip bir keyif duysam da bu az önce onu reddedişimin yanında etkisizdi. Onun ellerinden kendimi çekişim bana güçlü bir haz vermişti. Hem güç, hem haz.
‘’Bay Mchardley, Salonda söylediğim her şey gerçek. Bana inanmalısınız. Ben size hiçbir zaman yalan söylemedim. Bu durumda benim yalan söyleme kapasitemin çok üstünde.’’
Ne tepki vereceğini görmek için yüzüne döndüm. Gözleri yere dönük, yüzü düşünceli bir ifadedeydi. Ellerini iki yana koymuş yatağa bastırıyordu.
‘’Kime inanacağımı bilmiyorum. Sen bu zamana kadar bana asla yalan söylemedin fakat Perrel’in de böyle bir şey yapmış olmasını aklım almıyor.’’
İçimden her ne kadar ‘nasıl aklın almaz, sen zeki bir adamsın, Düşün!’ diye haykırmak geçse de böyle bir şey yapamadım. Gözü kara Otilla şu an inzivadaydı.
‘’Size her şeyi en baştan anlatmamın alemi yok öyleyse.’’
‘’O nedenmiş?’’ Ellerimi kucağımda birleştirdim ve gözlerimi kapatıp, kapalıyken kırpıştırdım. Bu dünya tepsi gibidir diye inanan adamlara Galilleo’nun dünyanın yuvarlak olduğunu anlatması gibi bir şeydi.
‘’Sizin inanmak istediğiniz bir gerçek yok çünkü Bay Mchardley.’’ Sesimin güçlü çıkmasına özellikle dikkat etmiştim.
‘’Benimde bu durumda yapacağım bir şey yok ne yazık ki.’’ Daha söyleyeceklerim bitmemişti. Gözlerimi açıp Vince’e baktım. Bana odaklanmış, beni izliyordu.
‘’Artık burada kalmak istemiyorum. Bir iş buldum, paramı biriktireceğim ve daha sonra da buradan gideceğim.’’
‘’Burası senin de evin.’’ O kadar konuda, o kadar önemli konu içerisinde susmuş, benim için neredeyse en önemsiz konuda konuşmuştu.
‘’Burası benim evim değil, Bay Mchardley. Hiçbir zaman olmadı, hiçbir zaman olmayacakta.’’ Bu evin ve geriye kalan bütün evlerin benim olduğunu anladığımda çok geç kalmış olacaktım.
‘’Senin kararlarına saygılıyım, ama biz bir aileyiz. Bunu biliyorsun.’’ Aile miyiz? Gerçekten mi? Neyinim ben? Annen mi? Kız kardeşin? ‘’Bir aile böyle olmaz Bay Mchardley. Yanlışınız var.’’
Benden böyle bir cevap beklemediği açıktı. ‘’Eğer konuşacaklarımız bittiyse..’’ Alt dudağımı ısırdım. ’’Uyumaya ihtiyacım var.’’
‘’Benim için ne kadar değerli olduğundan haberin bile yok!’’ sesini arttırmıştı ve bunu söylerken yataktan bir hışımla kalktı. Acaba söylediklerinin daha sonrasında bende ne gibi etkiler doğuracağından haberi var mıydı?
‘’Siz değer verdiğiniz şeylere böyle mi davranırsınız? Bir çöp gibi?’’ Bu defa öfkelenmiştim. ‘’Lütfen çıkın Bay Mchardley.’’ Elimle kapıyı gösterdim. Bir anda elini elime atıp beni kendine çekti. ‘’Sana ne zaman çöp gibi davrandım, söyle bana?’’ Elimi umarsızca kurtarmak için çırpınıyordum.
‘’Elimi bırakır mısınız?’’ dedikten sonra diğer elini belime koydu ve beni kendisine daha çok yapıştırdı. Nefesini özellikle yüzüme üfleyerek konuştu
‘’Bir çöp olsaydın, sana böyle davranmazdım.’’ Bu lafı beni sinirlendirmişti. Şu an belki de defalarca hayalini kurduğum bir an yaşıyordum fakat bütün benliğimle hissettiğim tek şey büyük bir öfkeydi.
‘’Asıl tam da bir çöpe böyle davranırdınız.’’ Ellerimi göğsüne bastırıp ittim. Boşluğuna gelmiş olacak ki kendisi de itmemin etkisiyle bir adım geriledi. Normalde, önümde duran bu cüsseli vücudu itmem olanaksızdı. Saçlarını bir hışımla karıştırdı.
‘’Daha ne yapabilirim bilmiyorum.’’ Dedi. ‘’Odamdan çıkabilirsiniz.’’ Verdiğim ters cevabın karşısında, daha fazla durmadı ve odamdan çıktı. Odamdan çıkması tercih edeceği en iyi seçenekti. Bu kadar dediklerime rağmen odamda kalmış olsaydı bu büyük terbiyesizlik olurdu. Arkasından hemen kapıyı kilitledim.
Bedenim bir sinir yangınıyla kavruluyor ve hiçbir şey yapamamakta, yangınımı körüklüyordu.
Uyumak her şeyi çözerdi.
Uyanınca ne düzelmemişti ki?


Not: Bazen uzun uzadıya bölümler yazmak istiyorum. Ve nedense bu defa 4k kelime yazacağım desem, normalde yazdığımdan daha kısa bir bölüm meydana çıkıyor. İlham perilerim şu an kapana kısılmış halde. Haber alamıyorum. Umarım beğenmişsinizdir.
Genel olarak Tarihi Kurgu kategorisinde ilk 10'da olsak bile, geçen günlerde birinci sıraya yerleştik. Bir yazar ne kadar emek veriyorsa, okuyucu da en az yazar kadar emekçidir benim gözümde.
Teşekkürler.

Not2:Bildiğiniz üzere Watty Awards 2014- Yaz yarışmasına hikayem kabul edildi. Oy verme açıldığında da bunu ayrıca bir bölüm olarak paylaşacağım. Sadece tekrar bir hatırlatma yapmak istedim.
Çok geveze bir yazarınız var.

OKUDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER!



OdelinaWhere stories live. Discover now