9.Bölüm ''Kasaba'' Part-2

19.6K 868 48
                                    

Umarım beğenirsiniz  :)
Karakterleri özdeşleştirdiğim kişileri size söylemek istiyorum ancak, tamamen sizin hayal ürünüz olmalı, ben sadece kendi kafamdakileri söylüyorum ; 
Vince Mchardley - Ben Wishaw
Otilla Lesoli - Amanda Fairbank-Hynes
Multimedia'da görebilirsiniz :)

‘’İstersen iyi olma küçük. Hadi akşam yemeğine iniyoruz, çabuk hazırlan da gel’’
Kadın çıktığında gözlerimi devirdim. Bu kadın bana yapmacık, göz boyamadan başka bir şey gibi gelmiyordu.


Ayaklarımı sürüyerek, üzerime yapışan kıyafetlerimden kurtulmak üzere banyoya girdim. Çabucak aldığım duş sonrasında yanımda getirdiğim bir iki parça kıyafetten rastgele birini giyerek yemek yiyeceğimiz salona doğru yürümeye başladım. Ağladıktan sonra insanın içine dolaşan o amaçsızlık hissi, üzerine serpilen uykuyla pekişiyor; bütün zihni hem uyuşturup hem boşaltıyordu. Kendimi bilinmeyen bir zaman içinde kaybolmuş gibi hissediyordum. Hareket ediyordum belki evet ama etmiyormuş gibi geliyordu.

Yemeğin yeneceği salona geldiğimde, gözlerim Vince ve Perrel’i aradı. Çok büyük sayılmayacak bej tonlarında dizaynı yapılmış yemek salonunda onların yerini gördükten sonra yanlarına doğru geçtim. Perrel her zamanki samimiyetsiz gülücüklerini etrafa dağıtıyordu. ‘’Bay Mchardley ve Bayan Perrel’’ diyerek selam verdikten sonra Vince’in karşısına denk gelen sandalyeyi çekip oturdum. Vince başını kaldırıp, ortamın loşluğunda rengi koyulaşmış çağla yeşili gözlerini bana çevirdi. Ondan hiç beklemeyeceğim bir tepkiyle konuşmaya başladı.
‘’Umarım daha iyisindir Otilla, hepimizi meraklandırdın.’’ Sesindeki şefkatin elleri olsa saçımı okşardı.

her ne kadar atmak isteyipte atamadığım donuk yüz ifadem ve kayıtsız bakışlarımı Vince’e çevirdim.
‘’İlginiz için teşekkür ederim Bay Mchardley, şimdi daha iyiyim.’’
‘’ İyi olmana çok sevindik şekerim, bu yoğun ve tatsız günlerde seninle ilgilenemeyebilirdik.’’ Bu kadının sesini duymaktan nefret ediyordum.
‘’Merak etmeyin Bayan Perrel, ben kendime yetebilirim.’’ Yapmacık gülüşünü yüzüne oturtup tabağındakileri yemeye başladı. Ben ise ortada hiçbir şey yokmuş gibi etrafa baktım. Bir süre sessiz kalan masamıza garsonun gelip, yemekler bırakmasıyla konuşma tekrar başladı.
‘’Bay Barbulet size çok sinirlendi Bay Mchardley, üzgünüm ancak sizin de yaptığınız kaba bir davranıştı. Ulu orta yerde dayak yemekte atmakta bence çok gurur kırıcı bir davranış.’’
‘’Daha fazlasını haketti, Otilla’nın sinir harbine girmesine dua etsin o pezevenk.’’ Dedi kısık ama iğneleyici sesiyle. Cümleyi bitirdikten sonra bakışlarını yüzümde hissettim.

Yakınır gibi sesler çıkararak Perrel konuşmaya başladı. ‘’Yine de bu kadar kaba konuşmayalım bence, sonuçta yaşlı bir adam. Ne dediğinin farkında olmayabilir.’’
 Umursamazca omuz silkim tabağındakilerle oynamaya başladı Vince.
‘’Arada bazı farklılıklar var. Ancak Otilla benim hayatta kalan tek yakınım. Aptal amcalarım ve teyzelerimi saymazsak. Onların hepsi Barbulet’in bir türü. Onlara para kelimesini kullan ve ağızlarından salyalarının akmasını izle.’’
Duyduklarıma inanmayarak bakışlarımı tabağımdan Vince’e çeviriyordum. Bu adamın kalbine birileri yumuşatıcı dökmüş olmalıydı. Aslında haklıydı. Benim Vince’ten başka kimsem yoktu, onunda benden başka kimsesi. Yani benim için para hiçbir zaman ön planda olmamıştı. Demek farkımdaydı. Beni aileden biri gibi görüyordu. Bana aslında o kadar da uzak değildi. Parmak uçlarımdan küçük kıvılcımlar çaktığını hissettim, bütün vücuduma yayılan.
‘’Teşekkür ederim Bay Mchardley, sizde benim hayatımın odağısınız’’ kısık ama kararlı sesim, Perrel’in iğneleyici, Vince’in memnun gözlerini bana doğrulttu.

Utandığımı hissettim ancak halimden çokta memnundum. Konuyu değiştirmek amacıyla garsonun önüme tabağımı bırakmasıyla klasik muhabbetlere döndüm.
‘’Yemekte çok lezzetli görünüyormuş. Gerçekten acıkmışım.’’ Yüzüme bir tebessüm yerleştirip ne tepki vereceklerini bekledim.
Perrel çattığı kaşlarını bana dikti, dizlerinin üzerine bıraktığı servis peçetesini alıp ağzını silip masaya attı.
‘’Size afiyet olsun, benim biraz işlerim var.’’ Yüzüme sinirli sayılan bir ifadeyle bakıp Vince’e karşı sözlerini devam ettirdi.
‘’Her hangi bir şeye ihtiyacınız olursa, ben odamda olacağım.’’ Hadi ama! Hala imalı sözler mi kullanıyordu bu kadın. Arkasını dönüp gittiğinde gözlerimi devirdim. Bu istemsiz gelişen bir mimik gibi olmuştu. Gözlerimi devirmek.  Yine de durum düşünüldüğünde gülümsedim. Bu kadının hareketleri ciddiye alınmayınca komik oluyordu.

‘’Yemek gerçekten de lezzetli’’ dedi Vince. Aramızdaki buzların eridiğini hissediyor, onunla benim aramdaki sınıf farkının gözle görmeyeceğimizi umuyor, en azından arkadaşça tavırlar bekliyordum. Aslında umut ediyordum. Umut etmek dünyadaki en büyük kötülüktür aslında. Ama fakirinde ekmeği aynı zamanda.
‘’Bayan Perrel ile Bay Barbulet’in ilişkisini sorsam, çok mu haddimi aşmış olurum efendim?’’ dedim.
 Aklıma Perrel’in kim olduğunu bilmediğim geldi.
‘’Perrel, Barbulet’in avukatı. Annem öldükten sonra Barbulet bize yasal yollardan da dadanmaya çalışıyor. Bu yaptıklarının hepsinin sonuçsuz kalacağından henüz haberi yok.’’ Gülümsedi ve içkisinden bir yudum aldı. Rahatlamış gibiydi. Rahatlamış mıydı?
‘’Peki ,sabah mezarlıkta olanlardan sonra Bay Barbulet ya size dava açarsa?’’ gözlerimi gözlerine kenetlemiş bakıyordum. Sıcak bir gülümsemeyle ellerini saçlarına atıp karıştırdı.
‘’O kadar sorun içerisinden aptal bir adamın gereksiz laflarına mı takıldın?’’
Anlamayan gözlerle Vince’e baktım.
‘’Ben önemli olacağını düşünmüştüm Bay Mchardley.’’ Dedim ve çatalımdaki lokmayı ağzıma attım.
‘’Öyle bile olsa senin umursamanı gerektirecek bir durum yok, adamın derdi benimle. Yani parayla.’’
‘’Siz demek dolaylı yoldan ben demek Bay Mchardley’’ dedim lokmamı bitirdikten sonra.
Nefesim bir an için düzenini bozmuştu. Masanın altından ayağımı aşağı yukarı hızlı salınımlar şeklinde sallayıp duruyordum.

‘’Haklı olabilirsin’’ dedi, düşünüyormuş gibi elini çenesinin altına koydu.
‘’Bir gün uyansan ve çok zengin olduğunu görsen, ne yaparsın?’’ benimle eğleniyor gibi bir hali vardı. Bir an düşündüm. Gerçekten ne yapardım? Bir gün uyanıyorum ve çok zenginim. İstemediğim kadar güzel mücevherler, ipekten bizzat benim için dikilmiş elbiseler, emrimde olan çalışanlar. Ama gerçek dünya böyle değildi.
‘’Öyle bir şey olmayacağı için daha önce bunu hiç düşünmedim.’’ Dedim bardağımdaki suyu içmeden hemen önce.
‘’Mesela diyorum zaten. Mesela uyandın ve çok zenginsin?’’ dudakları hafif kıvrımlı, benimle eğlendiğini belli eden ışıltılı gözlerle bakıyordu. Madem ortamda eğlence vardı bende pekâlâ eğlenebilirdim. Çatalımı, bıçağımı tabağın üzerine nazikçe bıraktıktan sonra gözlerimi kıstım ve kısa bir düşünme süresi yaşadım. Onun karşımda durduğu gibi bende düşünüyormuş gibi elimi çenemin altına koydum.
‘’Bir düşünelim o zaman..’’ nefesimi verdim. ‘’Sanırım güzel bir evim olurdu. Çok büyük değil ama. Alınmayın ama evimin içini sizin eviniz gibi dekore etmezdim.’’
Ciddi olmayan bir edayla kaşlarını çattı.
‘’Ne varmış benim evimin dizaynında Bayan Lesoli?’’ Sesimi çok biliyormuş edası tonuna ayarlayıp, aklımdakileri dilim yoluyla özgür kıldım.

‘’Bir defa Bay Mchardley, eviniz çok kasvetli. Genel olarak tercih ettiğiniz koyu ahşap ilk başta hoş görünse de zamanla insanın içini daraltıyor. Ayrıca deri koltukları da sevmiyorum. Hoş sesler çıkarmıyorlar’’ Deri koltuklar kısmını sır verir gibi söylemek için başımı eğdiğimde, aynı şekilde Vince’te başını eğmişti. Yakınlığımız yüzümde, kalbimde ve ruhumda güller açmasını sağlamıştı.
Söyledikten sonra ki kıkırdamam, Vince’i gülümsetmişti. Vince’in gülümsemesi bana, sabah kızıllığını anımsatıyordu. O kadar güzeldi ki..
Ben onun güzelliğini düşünürken, onun cümlelerinde kaybolurken saatin kaç olduğunu anlamamıştım. Yer yer yaptığı esprilere küçük kıkırdamalar bırakıyor, ciddi olduğunu düşündüğüm yerlerde ise pür dikkat dinliyordum. Konuşmamız bittiğinde Vince otel odama kadar eşlik etti. Bir elini cebine diğer elini saçına götürdü. Saçını hafif karıştırıp, elini cebine attı. Bu adam bende uyandırdığı duyguları biliyor muydu? 

‘’Yarın gece yola çıkacağız, burada işlerimi bitirdikten sonra daha fazla kalmamızın anlamı yok. Ona göre işlerini ayarla.’’ Küçük bir nezaket gülümsemesi takındı dudaklarına. ‘’ İyi geceler Otilla.’’
Gülümsemesinden kamaşan gözlerimi yere indirerek hafif gülümsemeyle bende cevap verdim.
‘’İyi geceler Bay Mchardley.’’ Arkasını dönüp gittiğinde kendimi odama attım. İçimde hoş mutluluklar yumurtluyor, yumurtalar kırıldıkça içime neşe salınıyordu. Yatağa kendimi attım ellerimi sevinçle oynatıp yastığın altına koydum. Uyuma pozisyonunu aldığımda, bu yakınlığı kendi aklımda muhakeme ediyordum. Gerçek olamayacak kadar güzel. Hayal olamayacak kadar gerçekti. Belki de gerçekten aramızdaki buzları eritmiştik. Belki de beni kabullenmişti. Gözlerimi huzurla kapatırken düşündüğüm tek şey Vince’ti, her zaman olduğu gibi.

Ertesi sabah mışıl mışıl uykumdan huzurla uyandım. Gün kapalı ve yağışlı olsa bile ben günlük güneşliktim. Tüm gün Vince’in işlerinin olduğu için benimle ilgilenmeyeceğini ve bu günü kendi başıma geçireceğimi biliyordum. Hızlı bir kahvaltı atıştırmasından sonra, kasabada gezmeye karar verdim. Belki elimde olan miktarla birkaç kitap alabilirdim.
Otelden çıkıp bildiğim kitapçıma doğru giderken, yolda Perrel’le karşılaştım. Bu kadın her yerde karşıma çıkıyordu. İçimden bir ses bir süre daha karşıma çıkacağını cılız bir şekilde bağırıyordu.
‘’Hey Otilla! Tatlım günaydın.’’ Eğer bir ölüm şekli olsaydı yapmacıklık, bu kadının ruhu çoktan ölmüş olurdu.

‘’Günaydın Bayan Perrel’’ huzursuzca kıpırdandım.
‘’Bende seni arıyordum canım, inan ki bu ne güzel bir tesadüf böyle!’’ Yapmacıklık sırası bendeydi. Gülümsedim.
‘’Ve beni buldunuz’’ konuşmamış tıslamıştım.
‘’Canım, Bay Mchardley seni eski evinizin orada bekliyormuş. Benimde otelde işim olduğu için bunu sana ben söyleyeyim dedim. Galiba seninle önemli bir şeyler konuşacakmış.’’ Göz kırptı.
‘’Söylediğiniz için teşekkür ederim Bayan Perrel.’’
‘’Rica ederim tatlım. Şehirde görüşürüz’’ elini sallayıp kıvırtır bir şekilde otele doğru yürümeye başladı.
Bu kadının dediklerine ne inanasım ne de itimat edesim geliyordu. Sanki bir yerlerde bir yanlışlık var gibiydi. Zaten yolumun üstüydü, her ne kadar inandırıcı gelmese bile o tarafa giderken bir uğramanın zararı olmayacağını düşündüm.

Eve vardığımda gözlerim Vince’i arıyordu. Birkaç dakika bakındıktan sonra Perrel’in beni oynattığı gerçeğine boynumu eğdim. Arkamı dönüp gidiyordum ki az ötede Barbulet’i gördüm. Pislik herif. Bu adam bir insan olmasaydı, bir kusmuk olacak kadar iğrençti. Tamamen nezaketten gözlerimle selam verip ilerleyecektim ki, karşıma çıkan izbandut gibi bir herifi görünce sendeledim. Bu adamda nereden çıkmıştı. Sağ taraftan gitmek için yöneldiğimde, o adamda sağ tarafa gelmişti. Küçük boyumla gözlerimi gözlerine dikmiş ‘önümden çekilsene be adam’ mesajı vermeye çalışıyordum. Sola doğru hamle yaptım ve adamda aynı şekilde sola hamle yaptı.
‘’Önümden çekilir misiniz bayım?’’ diyerek sesimi yükselttim.

‘’Hayır, bayan’’ diyerek beni kollarımdan tutup sürükledi. Ne olduğunu anlayamıyordum, kimdi bu adam beni niye sürüklüyordu. ‘’Bırak beni!’’ diye bağırdım. Etrafta kimse yoktu. Ev yakılmış olsa bile hastalığın hala burada olacağı düşüncesiyle insanlar buradan olabildiğince uzağa gitmişlerdi. Etrafta in cin top oynadığı gerçeğini kabul etmeme rağmen yine de bir çığlık kopardım. Çığlığım üzerine adam kolumu daha çok sıktı. Boşta kalan elimle adamın kolumu sıkan eline vurdum. ‘’ Çek ellerini üzerimden’’ ‘’Bırak beni’’ ‘’kimse diyorum!’’ eline vururken tekrarladığım yakarışlarımın hiçbir anlamı olmadığını biliyordum. Adam sert yüzünü bana çevirdi.

‘’Susmazsan, daha da canını acıtırım.’’ Korkmuştum. Bu ne biçim işti? Korktuğumu belli edemezdim. Adam beni sürmesin diye ağırlığımı yere verirken bir daha bağırdım.

‘‘İmdat, kimse yok mu?’’
Kimse yoktu. Bu yakarışım üzerine adam iri ve nasırlı olduğunu tahmin ettiğim eliyle bana tokat attı. Daha önce tokat yememiştim ama bu tokatın çok sert olduğunu anlamıştım. Yanağım önce acımış şimdi ise yanmaya başlamıştı. Adam o kadar hızlı vurmuştu ki başım filmlerde ki gibi yana savrulmuştu. Dudağımda sıcak bir sıvı hissettim. Kanıyordu. Ben olayı sindirirken adam beni hala sürüyordu. Barbulet’in yanına yaklaştığımızda bir tokat daha yedim. Ama bu defa o iri yapılı adamdan değil, yaşlı herifin iğrenç elinden. Kendimi bu adamın ellerinden çekmek için çırpınıyordum. Sudan çıkmış balık nasıl suyu geri istiyorsa bende bu adamın elinden kurtulmayı o denli istiyordum.
‘’Seni aşağılık herif!’’ diye bağırdığımda başım dönüyordu. Hala inatla mücadele ediyordum. Beni kimse kurtaramazdı. Kendimi kurtarmalıydım. 

‘’Bırakın beni!’’ diye bir kere daha haykırdım. Adam tek kolumdan beni sertçe kaldırıp arabanın arka koltuğuna attı. Perrel’e inandığım için kendimden nefret ediyordum. Bu düpedüz bir tezgahtı.
‘’Bayıltın şu fahişeyi, deminden beri başım şişti.’’ Barbuletin bu sözleri beni bu dağınık halime rağmen hırslandırdı.
‘’Senin beynin fahişe pislik herif!’’ diye haykırmamın ortasında burnuma kapanan bir bez hissettim. Ne kadar yüzüme bastıran elleri yüzümden çekmek için çırpınsam da, kısa süre de ellerimi hissetmemeye ve gözlerimi kapatmaya başladım.

OKUDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER!

OdelinaWhere stories live. Discover now