5.Bölüm ''Hasta''

20K 1K 50
                                    

O sorunun neden bana yöneltildiğini anlamak bir köşede dursun, soruyu bile anlayamamıştım. Mutfakta ve salonda biraz zaman geçirdikten sonra Bayan Mchrdley’in yemeğini yediğini düşünerek yukarıya çıktım. Kapıyı tıklattım ve içeriye girdim. Vince ayaklanmıştı.

‘’yemeğiniz bittiyse alayım?’’ dedim. ‘’alabilirsin’’ cümlesini duyduktan sonra üzerinde içlerinin boşaldığı tabakların durduğu tepsiyi aldım.
Vince, Bayan Mchardley’in elini avuçlarının içine alıp öperken kadının gözlerine bakıyordu. Bayan Mchardley ‘’yapmalıyız’’ mesajını veren bir nidayla başını salladı. Dışarıya çıktığımda Vince’in de peşimden geldiğini farkettim. Herhalde o da kendi evine dönmek üzere çıkıyordu. Bana seslendiğinde şaşkınlığımı gözlerimden akıtan bir ifadeyle ona döndüm. ‘’Otilla’’dedi.
Yanıma yaklaşıyordu. Kısa sürede aramızdaki mesafeyi kapatmış, yakınlığımızı engelleyen tek şey elimde tuttuğum tepsi kalmıştı.
‘’Buyurun efendim.’’ Dedim. Cümle soru cümlesi değildi fakat ağzımdan soru sorar gibi çıkmıştı.
‘’Seninle konuşmamız gereken bazı şeyler var.’’ Dediğinde gözleriyle yüzümü sömürüyor gibiydi.
‘’Ne konuşacağız?’’ diye söylendim. Bunu söyleyen ben değil, patavatsızlığımdı. Vince cevap vermeden salona doğru yürümeye başladı. Bende peşinden gidiyordum. Bana cevap vermeyeceğini anlayınca ‘’Tepsiyi mutfağa bırakayım’’ dedim. Bu cümlenin içinde ‘ne konuşacağınızı duymak için sabırsızlanıyorum’ cümlesi gizliydi. Vince’ e sırtımı dönüp mutfağa doğru ilerledim. Tepsiyi tezgahın üzerine bırakıp hemencecik salona geçtim.

‘’Efendim Bay Mchardley.’’ Dedim. ‘’Otur’’ der gibi başını yönlendirdi. Anne-oğul mimiklerini, konuşmaya tercih ediyorlardı. Salondaki büyük kadife koltuğa Vince oturmuştu, bende yanındaki daha küçük kadife koltuğa oturdum.
‘’Aramızda bu kadar çok yaş farkı olduğunu bilmiyordum.’’ dedi. ‘’Hala bir çocuksun.’’ Başımı öne eğdim. Bu durumda söyleyecek bir şeyim yoktu.
‘’Doğum günün ne zaman?’’ dedi Vince. Bir an gözlerine baktıktan sonra ‘’Haziran efendim, 22 Haziran’’dedim. Vince’in düşünür gibi bir hali vardı.
‘’18’i dolduruyor musun, 18’e giriyor musun?’’diye sordum.
‘’18’e giriyorum efendim.’’ Dedim.  Yukarı da, odada soru yöneltildiğinde de aynı cevabı vermiştim. Konuşmayı uzatmak için böyle lüzumsuz bir soru sorduğunu daha sonra anlayacaktım.
‘’Hiç kimsen yok mu? Bir akraba? Bir arkadaş?’’ Bu soruları neden bana soruyordu ki? Kimsem olmadığını biliyor olmalıydı. ‘’Hayır efendim.’’ Dedim buruk sesimle. ‘’hiç kimsem yok.’’ Yüzü düşünür gibi bir hal aldı. Yüzü biraz o kıvrımda kaldıktan sonra yumuşadı. ‘’yalnız değilsin.’’ Dedi. ‘’Annem var.’’ Biraz durdu. ‘’ Ben varım.’’ Eğer yalnızlık hissi verimli bir toprak olsaydı Vince’ in bu lafıyla tek bir tane bile ot bitmeyen bir yer haline gelirdi. Gözlerimin ışıldadığını hissettim. ‘’Teşekkür ederim Bay Mchardley, bunu bilmek ve bunu sizden duymak güzel.’’ Gülümsedim.
‘’Sonuçta artık kovalama oynamasakta, hala arkadaşız’’ dedi. Göz kırptı. Az önce göz mü kırptı? Gülümsemem büyüdü.

‘’Artık kovalama oynamıyor olabiliriz Bay Mchardley, ama hala sizden hızlı koştuğumu biliyorum’’ Samimiyetin ısısında dilim çözülmüştü.  Gözümde Bay Mchardley değil, Vince olmuştu bir anda.
‘’Bunu bilemezsin.’’dedi. Vince’ in yüzünde muzırca bir gülümseme oluştu.
‘’Ama tahmin edebilirim.’’ Dedim. Ortam bana rahatlığımı bahşediyordu.
‘’Bayan Lesoli, sizin diliniz çok uzamış.’’ Dedi gülerek ve ayağa kalktı. Neredeyse ciddiyeti hiç elden bırakmayan bu adam bana gülümsüyor, şakalaşıyordu. Hayatım sıkı bir monotonlukta ilerlerken olayların bu kadar lehime ve hızlı gelişmesine alışık değildim. O ayağa kalktığında bende ayağa kalktım. Yüzüme yapmacık bir üzgün ifadesi takınarak ‘’ Özür dilerim Bay Mchardley, galiba haddimi aştım.’’
Birden bire yüzünü ekşitti. ‘’Evet, haddini aştın.’’ Dedi. Bana doğru bir adım attı, bende geriye doğru bir adım attım. Bana bir adım daha geldi, bir adım daha geriye çekildim.
‘’Dur.’’ Dedi. Bu emir karşısında bedenim sözlerine itaat etti. Bana doğru bir adım attı, gözlerini yüzüme kilitledi. Bir bulmaca çözüyormuş gibi bana bakıyordu. Kalbim delicesine atıyordu, ama yüzümde ufak bir kas bile kıpırdamıyordu. Donuk ifademin işe yaradığı zamanların birisindeydim.
‘’Seni incelemek istiyorum.’’ Dedi. Durumun garipliğiyle ağzım hafifçe açıldı. İncelemekde ne demekti şu durumda?
‘’Yüzün’’ dedi. Ağzından çıkacak kelimelere odaklandım. ‘’Çok farklı, sanki bir şeyler anlatmak istermiş gibi, aynı zamanda söyleyecek hiçbir şeyi de yokmuş gibi.’’ Ben bir bulmacaydım ve o beni çözmeye çalışıyordu. Yine de ne demek istediğini anlayamayacak kadar düşüncelerim dağınıktı. Kalbime sebepsiz bir korku dalgası yayıldı. Bu adam birden bire neden benimle ilgilenmeye başlamıştı? Kendi kendime sorduğum sorular zihnimi meşgul ediyordu. Bir adım geriledim. İçinde bulunduğum durum benim için yeniydi.
‘’Bay Mchardley.’’ Diyebildim ancak bir adım daha gerilerken. Sanki ne kadar çok geriye gidersem çekim etkisinden o kadar fazla kurtulabilecekmiş gibi.
‘’Sen bir çocuksun.’’ Dedi Vince ve yüzüme çok kötü bir şeymişim gibi baktı ve benden uzaklaştı.
‘’O gece, yemekte konuştuğumuzda büyüdüğünü düşünmüştüm.’’ Sesinde hayal kırıklığı taşımıyordu, fakat eski rahat tavırlarını belirten sesinin yerinde ağır bir aşağılayıcı ton vardı.
‘’Zavallı çocuk.’’ Olayın hızlı gelişmesini bile anlayamadan yüzüme atılan bu sözlerle başımı öne eğdim. Gözlerim doluyordu. Buna izin vermedim. Donuk ifadelerimden birini yüzüme maskeleyerek ‘’İzninizle Bay Mchardley’’ deyip odama geçtim. Yatağıma oturdum ve boş gözlerle birkaç dakika etrafa baktım.
Az önce ne olmuştu? Arkadaşız demişti, sonrasında bana yakınlaşmıştı ve ardından aşağılamıştı. Bunun için gözümün dolmasını bile mantıksız bularak kendimi teselli ettim. Bana yaptığı bir şey bile yoktu, o her zaman ki Vince’ di. Aramızda bir bağ bile yoktu, onu karşılıksız sevmem dışında benim hiçbir şeyimdi. Düşüncelerim sıklaştıkça bana güç veriyordu. Elimi yüzümü soğuk suyla yıkadıktan sonra su kadar soğuk bir ifadeyle mutfağa yöneldim ve günlük işlerimi yapmaya başladım. Vince’in kendi evine gittiğini bilmek o kadar zor değildi. Onunla aynı ortamda olmamak ilk defa beni rahatlatmıştı. Hareketlerini tekrar düşündüm. Arkadaşça bir tavır mıydı? Nefretle işlenmiş bir tavır? Aşağılayıcı? Neden? Benimle ilgilenmiş miydi? Varlığımı farketmişti. Benimle oyun mu oynuyordu? Bazı şeyleri bu kadar çok düşünmeyi bırakmalıydım. Düşüncelerimden beni sıyıran Bayan Mchardley’in sesiydi.
Minnet ettim bu kadına birden bire. Yanına koşar adım çıktım. Yatakta soluk yüzü terlemişti, bu kadar tere rağmen yorganına sımsıkı sarılmıştı. Elimi kadının alnına koydum.
‘’Ateşiniz var Bayan Mchardley’’ dedim. Hemen pamuk ıslatıp kadının koltuk altlarına, kulak arkalarına, birkaç eklem yerlerine koydum. Bir bezi sirkeyle ıslatıp alnına bıraktım. Endişelenmiştim. Bayan Mchardley’i daha önce hiç böyle hasta görmedim. Birkaç gün önce dinç yapısından ödün vermeyen kadın şimdi karşımda ateşler içerisindeydi.
Yanına oturdum, birkaç saatte bir bezini tekrar ıslatıp koydum. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Akşam olmuştu. Tekrar bezini ıslatıp koyduktan sonra mutfağa geçtim. Sıcak bir çorba yaptım, içerisine yararlı olacağını düşündüğüm her şeyden koydum. Hızlıca tekrar odasına çıktım. Kendi ellerimle çorbayı içirdim. Sonra bezini tekrar ıslattım. Bunu birkaç saat daha yineledikten sonra ateşinin düşmemesi üzerine telaşlandım.
‘’Bayan Mchardley’’ dedim. ‘’ Sizi ılık suyla yıkamam gerekli.’’ Bu bir izin cümlesi değil, tamamen yapacağım işi belirtme cümlesiydi. Kadının alnından bezi aldım, sırtına ve koluna destek vererek yatakta oturttum. İlk önce kaldırmaya çalıştığımda başarılı olamadım. Bütün ağırlığını bana veriyordu. ‘’Lütfen Bayan Mchardley, kalkmaya çalışın.’’ Dedim. Aslında bunu Bayan Mchardley’e değil de daha çok kendime söylüyordum. Derin bir nefes alıp kadının kolunu omzuma attım. Kadının yaşlı vücudu kolumun altında çökmüştü. Hastalığından dolayı ağzından çıkan inlemeden başka bir şey söylemiyordu. Odasının içinde bulunan banyoya kadını getirip küvete oturttum. Kesik kesik soluklar alıyordu. Üzerinde bulunan kıyafetleri kabaca çıkarttım. Suyu açtım, ne çok sıcak ne çok soğuk olmamasına dikkat ederek ısısını ayarladım. Yavaşça kadının vücudun yıkamaya başladım. Titriyordu. Her su değdikçe elimin altında titriyordu. Yavaş ama güzelce yıkadıktan sonra hiç olmazsa kadının gözlerini aralayabilecek kadar kendine geldiğini görünce sevindim. Giydirdim ve yatırdım. Ne olur ne olmaz diyerek alnına tekrar bir bez koyup aşağıya indim. Kendi üzerimi değiştirdim, ve türlü bitkilerden bir çay hazırladım. Yukarıya çıktığımda kadının ateşinin az da olsa düşmüş olduğun görmek beni sevindirmişti. Çayını içirdikten sonra uyumasını izledim. Yorgun gözleri, hiç açılmayacak gibi kapanmıştı. Onun uyuduğundan emin olduktan sonra bende sandalyenin üzerinde kestirdim.

Sabah kadının kesik soluklarına uyandım. Nefes kesilmiş gibiydi,öksürüyor, elini boynunda ve göğsünde tutuyordu. Ne yapacağımı şaşırdım elim ayağıma karıştı telaşlandım. Kaldırdım ve sırtına vurdum,daha öksürdü. Birkaç kere daha vurduktan sonra kadının nefesleri düzenlendi. Tanrım! Kendi tükürüğünde mi boğuluyordu? Yan yatırdım ve aşağıya indim.

Öğleye Doğru Vince geldi. Olayı ona anlattığımda direk Bayan Mchardley’in odasına çıktı, odada çok kalmadı ve geri aşağıya indi. ‘’Doktor getireceğim’’ diyerek evden çıktı.

Huysuzlandım. Bu kadına bir şey olmasını istemiyordum. Başka kimsem yoktu.
Yalnızlığın tadı, safra gibi ağzıma geldi. 



Umarım beğenirsiniz, okuduğunuz için teşekkürler :)
*yurdagulAlaf 'a minnet :)

Odelinaजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें