10.Bölüm ''Kaçırılış'ın ilk günü'' - Dayak

15.5K 805 33
                                    

Dinleyebilirsiniz : Can't Pretend - Tom Odell


Ne kadar yüzüme bastıran elleri yüzümden çekmek için çırpınsam da, kısa süre de ellerimi hissetmemeye ve gözlerimi kapatmaya başladım.

Ayılmaya başladığımda başımda delici bir ağrı ve kollarımda, bileklerimde keskin bir acı vardı. Bir depo olduğunu düşündüğüm bir yerde sandalyenin üzerine ellerim arkamda kalacak şekilde halatla bağlanmıştım. Tıpkı filmlerdeki gibi. Ama filmlerde günün sonunda esas oğlan esas kızı kurtarmaya gelirdi. Ancak bu hikayede esas oğlan yoktu, ben esas kız değildim ve bu bir film değildi.
Sandalyede kıpırdandım. İpler gerçekten çok sıkı bağlanmıştı. Gözlerimi kırpıştırarak var gücümle bağırdım.
‘’İmdat! Kimse yok mu?’’
‘’Birileri bana yardım etsin’’
‘’İmdat’’
Seslenişlerimin yanıtsız kalması derin bir hüzün hissetmeme neden oldu. Şu durumda yapacak başka bir şey yoktu. Sandalyenin üzerinde tekrar kıpırdandım ve sandalyeyle beraber yere düştüm.
‘’Lütfen! Kurtarın beni’’ tekrar bağırdığımda sesim çatallaşmıştı. Durmadan kıpırdandım. Hiç mi faydası olmazdı? Hiç faydası olmuyordu. Hatta hareket ettikçe bileklerim acıyordu. Ağlamaya başladım. Zemine yaslanmış yüzüm yerin soğukluğunu ve pisliğini kalbime taşıyor, gözümden bıraktığım yaşlar, küçük gölcükler oluşturarak durumun berbatlığını haykırıyordu. Ağlamanın bir faydası olur muydu? Bu durumda olmazdı. Ağlamamak elde miydi?

Bir süre ağladıktan sonra, gerçekten ağlamanın değil de mantıklı düşünmenin işe yarayacağını kavrayacak kadar yönümü, duygularımdan mantığa çevirmiştim. Ağlamalarım kısa ve kesik hıçkırıklara dönüşürken gözümle etrafı tarıyordum. Bir çıkış yolu var mıydı? Boyumun yetişmeyeceği kadar yüksekte küçük bir pencere, Önümde garaj girişini andıran iki büyük demir kapı vardı. Başka hiçbir şey yoktu. Tavandan sarkan avizesiz ampul büyük odayı soluk bir şekilde aydınlatıyordu. Yerler uzun zamandır buraların terkedilmiş olduğunu anlatır gibi pis, tozlu, belki de yalnızca kedi köpeklerin geldiği bir yer olarak kaldığından bahseder şekilde direk sızlatan bir sidik kokusu yayıyordu.
Düştüğüm yerde tekrar kıpırdandım. Sandalyeyle beraber biraz hareket ediyordum. Belki birkaç santim hareket etmiştim ama hepsi buydu. Daha büyük şeyler yapmam lazımdı.
‘’Yardım Edin!’’
‘’Kimse yok mu?’’
Demir garaj kapıları iki yana gürültülü bir şekilde açıldı. Kim olduğuna bakmak için başımı kaldırdım.
Beni arabaya bir paçavraymışım gibi fırlatan izbandut herif, elinde tepsiye benzer bir şeyle içeriye girdi.
‘’Pislik herif! Çıkarın beni buradan!’’ Adam sanki orada yokmuşum gibi tepsiyi içeri bıraktı bana göz ucuyla bile bakmayıp çıktı.
‘’Geri dön buraya korkak!’’ geri dönerse gerçek korkağın kim olacağını ikimizde biliyorduk.
İçeriye eline aldığı ahşap sandalyeyle birlikte tekrar geldi.
‘’Korkup kaçtın sandım bende.’’ Dedim, cesurdum belki ama sesim korkaktı.
‘’Ye şunları.’’ Diye tepsiyi önüme itti.
‘’Bu pozisyonda yemem o kadar kolay değil gibi görünüyor.’’ Diye mırıldandım. Adam tek eliyle sandalyemi kaldırdığında üstüne düştüğüm sağ tarafımın, kollarımın uyuştuğunu farkettim.
Tepsiyi ayağıyla önüme ittirdi tekrar.
‘’Ye’’ diye emir verdi.
‘’Galiba fazla akıllısın.’’ Dedim kinayeli şekilde. Anlamaz gözlerini bana dikti. ‘’Lokmalar uçarak ağzıma girmeyecek heralde.’’ Dediğimde nefesini seslice vererek ellerimi çözmeye başladı.

‘’Kaçmaya çalışayım deme. Ani hareketlerde bulunma. Senin için hiç iyi olmaz küçük hanım.’’
Ellerimi çözdüğünde bileklerimi ve kollarımı ovuşturdum. Bilmiyorum kaç saattir o haldeydim. Hareketlerim sınırlanmış, düşüncelerim sinirlenmiş, mantığım hırslanmıştı ve gözlerimden ateş püskürtüyordum. Refleksel olarak sandalyeden hızlıca kalkıp hedef olarak belirlediğim demir kapıya koşmaya başladım. Buradan çıkmalıydım. Buradan kaçmalıydım. Kapıya tam geldiğim sırada güçlü büyük eller beni saçımdan yakaladı ve yere çekti.

‘’Bırak beni!’’ diye bağırıp yerde sürüklenmeye başladım. Adam Kalktığım sandalyenin yanına gelene kadar elini saçımdan çekmedi. Bende bağırmayı kesmedim.
‘’Bırak beni! Canımı acıtıyorsun!’’ Hızlıca kafamı savurarak saçlarımı bıraktı.
‘’Sana kaçmaya çalışma demiştim öyle değil mi? Şimdi vızlamayı bırakıp yemeğini ye!’’ Yüzüme okkalı bir tokat geçirdiğinde beynim dağılacak gibi oldu. Bu kadar güçsüz ve çelimsiz olduğumu bilmiyordum.
‘’Bi daha sakın deneme bile!’’
Çaresiz önüme sunulan yemeğe baktım. Anlaşılan bir süre daha buradaydım.
***
O sırada ;
‘’Nerede kaldı bu kız?’’ Vince Otel lobisinde söylenerek volta atıyordu.
‘’Bay Mchardley, belki de gelmeyecektir. Kocaman kız sonuçta kendi başının çaresine bakabilir.’’ Dedi Perrel umursamazca eteğini düzeltirken.
‘’Hem ben bugün sabah karşılaştım, Kasabada işleri olduğunu söyledi belki de uzun sürmüştür?’’ Gözlerini Vince’e dikti.
‘’Ona dün, akşam yola çıkacağımızı söyledim. Otilla’yı tanıyorum. Her zaman dakiktir. Başına bir şey gelmiş olmalı.’’ Ellerini saçlarının arasından geçirdi.
Perrel, Vince’in bu ilgisi üzerine sinirleri gerilmiş bir şekilde konuştu. Aptal bir yardımcı bozuntusuydu. Kız da daha küçüktü. Hiçbir albenisi olmayan, buz gibi soğuk suratlı sarışının tekiydi. Vince’in bu kıza ne tür bir ilgisi olabilir ki diye düşündü. Telaşını anlamsız buldu.
‘’Bay Mchardley, geç oldu. Bu saatten sonra gelmez. Yarın sabahı bekleyelim, ayık kafayla tekrar aramaya çıkarız.’’
Vince lobinin ortasında volta atarken çiğnediği dudaklarının arasından ‘’Size iyi geceler Perrel’’ dedi.
Perrel, ‘nasıl olsa ben isteyene kadar Otilla’yı bulmanız imkansız’ diye düşündü. Bu sinsice fikirleri yüzüne küçük bir tebessüm yaymıştı.
‘’Size de Bay Mchardley.’’ diyerek, odasına çıktı.

-----
‘’Vince kızla çok ilgileniyor Simon.’’ Elindeki sigarasından derin bir nefes çeken Perrel, dumanı üflerken konuşmasına devam etti.
‘’O Etrafta dolaşırken, benden istediğin şeyi nasıl gerçekleştirebilirim ki?
Barbulet yaşlı vücudunu yayıldığı koltukta dikleştirdi.
‘’Sana ne kadar süre lazım?’’
‘’Çok değil, 2 gün işimi görür.’’ Sigarasını kül tablasına basarken ayakkabılarına bakıyordu.
‘’Yarın sabah, evin önüne getir kızı.’’
Perrel yan bir sırıtışla Barbuletin yüzüne baktı.

-------
‘’Yemek istemiyorum.’’ diye söylendim adama. ‘’Sizden gelen iyi-kötü her şeyi reddediyorum’’
Bıkkın tavırlarla eliyle tekrar saçımı kavrayıp başımı arkaya yatırdı.
Bu adamın bana dokunmasından nefret ediyordum. Pis nefesini yüzüme vererek ‘’Yiyeceksin diyorsam yiyeceksin’’ diye bağırdı. Sonra kafamı aniden öne bıraktı.
Çok sinirlenmiştim. Tepsiyi alıp adamın üzerine fırlattım.
‘’En kötü beni öldürürsün. Bu da en iyi ihtimal’’ diye bağırdım. Ayağa kalktım.
Adam üzerime üzerime geliyordu. Bu kadar cesareti nereden bulduğumu bilmiyordum. Tek bildiğim şey gözüme büyük kadife perdeler inmiş ve hiçbir şeyden korkmuyor oluşumdu. Ölsem arkamdan ağlayanım olmayacaktı. Ölüm benim için büyük bir şey değildi. Zaten niyetleri fidye istemek falansa, beni öldüremezlerdi. Ölüm işlerine yaramazdı.
‘’Durma! Öldür beni!’’ diye tekrar bağırdım.
‘’Kes sesini aptal!’’ diye yüzüme bir tokat daha geçirdi. Tahminimce yüzümün iki tarafında da bu iğrenç herif elini damgalamıştı. Dudağımın şişip kanadığını biliyordum, ama burnumun kanamasıyla içime dehşet düştü. Elimle burnumu üstün körü sildim.
Bir tavırla başlamıştım. O tavırla devam edecektim. Sonum ölüm bile olsa asla kendimden taviz vermeyecektim.

‘’Yapabildiğinin en iyisi bu mu?’’ kanayan burnumu tekrar sildim.
‘’Kız gibi vuruyorsun!’’ aksi yönden bir tokat daha yedim. Sendelemiştim.
‘’Gerçekten, ben bile senden daha sert vururum pislik herif!’’
Bu sefer yüzüme inen şey tokat değildi. Tam kaşıma bir yumruk yemiştim. Bugün hayatımda yemediğim kadar çok dayak yeme günümdü galiba. Otilla'nın sefil yaşamının dayak günü. Belirli gün ve haftalara aday gösterebilirim.
Doğru ya kendim kaşınıyordum. Hangi güce dayanarak bunları söylüyordum, neyime güveniyordum hiç bilmiyorum. Kafayı sıyırmış olmalıyım diye düşündüm. Yumruğun şiddetiyle yere savruldum.
Yerde duran su bardağını alıp; ‘’Sana daha fazla hakaret edebilmem için biraz su içmeliyim.’’ Diyerek tek dikişte suyu bitirdim. İçimde Cesur bir yaratığın varlığını bilseydim bunu daha önce kullanırdım. Adamın şaşkınlık boyalı iğrenç bakışlarının üzerimde dolaştığının farkındaydım. Ne yapacağımı merak edip beklermiş gibi aynı zamanda da nefret eder gözlerle bana bakıyordu. Bir yumruk daha yememem kaçınılmazdı.
‘’Ne oldu, hiçbir şey demiyorsun? Dilini mi yuttun yoksa?’’
Olduğum yerde bir yumruk daha yedim. Yere savrulduğumda yüzümde dayak atılan yerler zonkluyor, küçük kasabayı sele verecek kadar şiddetle ağlıyordum.
''Defol pislik herif!'' dediğimde hıçkırıklarımın arasından sesimin duyulup duyulmadığından bile emin değildim.

Tekrar karnımda bir tekme hissettiğimde, bütün gücümün çekilip yerini halsizliğe ve yorgunluğa bıraktığını biliyordum. Acıyla defalara inledim. Demir kapıların açılıp kapanmasını duydum. Gitmişti. Canımın acısı gözlerimden akıyordu. Neyin bedelini ödediğimi bilmiyordum. Ama yüzümün berbat olduğunu biliyordum, çünkü ruhumda o haldeydi.  Sarsılarak ağlamaya devam ettim. 
Ağlarken uykuya sarıldım.


OKUDUĞUNUZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER!
Yorumlarınızı,oylarınızı ve eleştirilerinizi bekliyorum :)

OdelinaWhere stories live. Discover now