22.Bölüm ''Ateş''

12.4K 645 62
                                    

Gözyaşlarım düşüyordu. Fakat hüzün değildi bu. Bu öfkeydi. Buram buram içimde yükselerek boğazıma gelen öfke ile ağlıyordum.
Ve bu insanlara karşı güvensizliğime dair atılan ikinci tuğlaydı.


Gözyaşlarının hiçbir şeyi çözümlemediği şu dünya da ağlamaktan başka çıkış yolu yoktu. Hüzünlerin patlaması, sinirlerin dağılması ve kendine gelebilmenin en iyi yolu gözyaşlarını haybeye savurmaktı.  Güçsüzlüğümün ancak gözyaşı şeklinde dışarıya çıkmasıyla gücü elde edebildiğimi hissediyordum. Ve ancak gücüm sayesinde var olduğumu bilecek kadar da aciz olduğumu düşünüyordum.

Dışarının puslu soğuğu içimdeki yangını duymuşçasına fısıldarken bana, adımlarımı hızlı hızlı atıyordum. Düşüncelerime sarılıp yürürken, etrafımda olan biteni fark etmiyordum. Bu da beni mutlu ediyordu. Etrafta olup biten, insanın kendi içinde olup bitenden daha önemli değildi. Ve bence, dışarıyla kendinden daha fazla ilgilenen insanlar bir süre sonra kendi benliklerini kaybediyorlardı. Herkesin lafına göre şekillendirmek hareketleri ve insanların daime dediklerine uymak o kadar da saygı değer bir kazanım değildi. Zaten ahlaklı ve erdemli olmak insanı dışarının pisliklerinden koruyacak bir zırh gibi sarmaz mıydı? Yanılıyorum. Ahlak ve erdem insanın kalbini dışarıdaki pisliklere karşı zırhlar. Fakat insanların ahlaksızca yaptığı şeyler ve faziletsizce savurduğu ithamlar ruh üzerinde derin kesikler bırakır.

Evin kapısını anahtarla açtığımda, evin sessizliği içime huzur doldurmuştu. Yalnızlığı seviyordum. Aslında sevmeyi öğrenmiştim. Ve bugün, yalnızlığın benim en iyi dostum olacağını tekrar hatırlamıştım.  Kapıyı arkamdan kapattığımda sırtımı ve bütün ağırlığımı kapıya verdim. Gözlerimi kapattım ve derin bir soluğu kuvvetlice içime çektim.
Yol boyunca düşüncelerim beni yer yer üzmüş, ağlamama sebebiyet vermişti. Şimdi ise gözlerim ağrıyordu. Sebepsiz yere suçlanmak bir tarafta dursun tamda güvenebileceğim birilerinin olduğunu düşünmüşken bu tarz bir vurgun hiç hesapta olmayan bir durumdu.
Kabanımı çıkarıp astığım sırada, gözlerimde doluşan birkaç yaşı da elimin tersiyle sildim ve bugün tembellik yapmayı görev edinmiş olarak yatağıma doğru koyuldum. Hüzünle bükülmüş omuzlarım yatakla kavuştuğunda içimdeki bütün duygular büyük bir püskürük şeklinde dışarıya çıktı.
Ağladım.
Bağırarak ağladım. Sinirlerimi vücudumdan yırtarcasına ağladım. Her şey üst üste geliyordu. Depresyonun eşiğindeydim. Ya da kafayı sıyırmanın.
Son çığlığımı bölen şey kapının haşmetli zili oldu.
Çığlığımı yutup, üstün körü yüzümü yıkayıp kimin geldiğini öğrenmek üzere kapıya gittim. Boğazımı temizledim. Kapı merceğinden dışarıya baktım.
Eğer birilerinin gelmesi gerekiyorsa, mercekten gördüğüm kişi gelmesini beklediğim en son kişilerden birisiydi.
Zile bir kere daha bastı ve tokmağı çaldı. Nefesimi tutup kapı kolunu çevirdim.
Kapıyı açtığımda büyük gözleriyle bana bakan Atilla karşımda duruyordu. Büyük ihtimalle karşısında, gözleri şiş ve kızarık bir Otilla görmek, tahmin ettiği en son şeydi.
‘’Özür Dilerim Bayan Lesoli, galiba yanlış bir zamanda geldim.’’ Sesindeki enerji eksik değildi fakat bu defa her zamankinin yanında bir mesafe ve ciddiyet seziliyordu.
Sesimin güçlü çıkmasına ayrıca özen göstererek konuştum.
‘’Hayır, yanlış bir zamanda gelmediniz Bay Toluktüge. Sadece şaşkınım.’’
Başını salladı ve içeriye göz ucuyla baktı.
‘’Müsaitseniz girebilir miyim?’’
Dudaklarım hafifçe bir şey söylemek için açıldıysa da yalnızca başımla onaylamakla yetindim. Kapıyı daha fazla açıp Atilla’nın içeriye girmesine izin verdim. Kapıyı kapattıktan sonra derin bir nefes alıp içeriye doğru yürüdüm.
Salonun ortasında ayakta duruyordu. Elimle kanepeyi göstererek ‘’Buyrun lütfen.’’ Dedim.  Oturduğunda bende karşısındaki kanepeye geçtim.
‘’Bir şeyler içmek ister misiniz?’’
‘’Bir şeyler içmeye gelmedim, lütfen oturun Bayan Lesoli konuşmak istediklerim var.’’ Atilla, benimle ne konuşabilirdi ki? Bizim aramızda konuşulacak ne tür bir bahis geçebilirdi ki? Eteklerimi düzelterek karşısındaki kanepeye oturdum.
‘’Pekala o zaman Bay Toluktüge.’’dedim iki nefes arasında. ‘’Buraya kadar geldiğinize göre gerçekten önemli bir şey olmalı.’’ Sahi, burada yaşadığımı nereden biliyordu?
Atilla cevap vermek için ağzını açtığı sırada sözünü kestim.
‘’Burada yaşadığımı nereden biliyorsunuz?’’ Konuşmak için açtığı ağzı zarifçe kapanıp, dudakları yukarıya doğru kıvrıldı.
‘’Bayan Lesoli, doğru soru burada yaşadığınızı bilmeyen var mı, olacaktı.’’ Gözlerimi kırpıştırdım.
‘’Nasıl yani, o da ne demek?’’
‘’Sizinle açık konuşacağım. Şehre gelişiniz büyük bir sansasyona sebebiyet verdi ki bildiğiniz üzere olayların boyutu gerçekten hayret ettirecek kadar büyük. Ancak buraya gelişimin nedeni, olayları sizden dinlemek ya da bu konu hakkındaki görüşlerimle sizi sıkmak değil.’’
Topladığım saçımdan haylazca çıkan bir tutam saçı badi parmağımla kulağımın arkasına yerleştirdim. Başım hafifçe eğikti ve ne diyeceğim konusunda zaman kazanabilmek için yere bakıyordum.
‘’Sansasyon dediğiniz şey, kendi içiyle ilgilenemeyecek kadar çürümüş insanların dışarının ne yaptığıyla ilgilenmesi sonucu üretilmiş bir kelime. Aslında herkes kendi doğrusuna önem verseydi, kimse bu kadar yanlış yaşamazdı.’’ Dudaklarımı yaladım ve başımı yerden, Atilla’nın yüzüne doğru kaldırdım.
‘’Buraya gelişiniz her ne olursa olsun, sizde şu an dışarının problemlerini merak eden insan grubu içerisine giriyorsunuz. Evet dükkanda patronumsunuz Bay Toluktüge, ancak burası benim evim ve size karşı söylediklerimde dikkat etmek zorunda değilim. Saygısızlık yapmak değil kesinlikle amacım. Fakat fazla hassas konular üzerinde dolaşıyorsunuz. Uyarmak istedim.’’ Ağzımdan çıkan kelimelerin kabalığını, ancak cümlem bittiğinde Atilla’nın yüz ifadesinin solmasından anlamıştım.
Oturduğu yerden doğruldu ve ellerini dizleri üzerinde birleştirdi.
‘’Kesinlikle niyetimi yanlış anlamışsınız. Ben dışarıdaki insanların sizin hakkınızda ne düşündüğüyle ilgilenmiyorum. Ben sizinle ilgileniyorum.’’  Ben sizinle ilgileniyorum.

Ben.

 Sizinle.

Benimle.

 İlgileniyor.
Kaşlarımı hafifçe çatıp soğuk maskemi giymeye zorladım. Kaşlarımı çattığımı gördüğünde elleriyle dizlerinin üzerini öylesine silkeleyip ayaklandı.
‘’Sanırım yanlış bir şeyler söyledim.’’ Oturduğum yere mıhlanmış gibi bir haldeydim. Kalkmak istesem de ayaklarım buna izin vermeyecek kadar sadakatsizdi. Başımla ayağa kalkışını seyrettim.
‘’ Söylemeniz gereken şeyi söylemeden gidiyorsunuz Bay Toluktüge.’’
Ben cümlemi bitirene kadar, Atilla kapıya doğru uzun adımlar atmıştı.
‘’Aslında.’’ Bir süre durdu. ‘’Siz iyi bir bayansınız Otilla.’’ Kesik kesik cümlelerle konuşuyordu ve böyle devam edeceğini biliyordum. Birkaç dakika için.
Ellerini bir an için ensesinde dolaştırıp geri çekti.
‘’Ve gerçekten alımlısınız.’’bir an için gülümsememe engel olamadım ve gözlerimi yere doğru kaçırdım. Büyük ihtimalle yanaklarımda yeni olgunlaşmış bir elma gibi kızarmıştı. Söylemesini beklediğim şey bu değildi ve bu şu anda söylenecek bir şey hiç değildi. Elini tekrar ensesine götürdü ve daha sonra elleri onun için ağırlık geliyormuş gibi davrandı. Nereye koyacağını bilemedi. En son ellerini cebine attı.
Kendimi değişik bir hoşnutla karşılarken bunun anlamını bilmiyordum.
‘’Ben sadece, buraya bana bir şey anlatmaya geldiğinizi hatırlatmak istemiştim.’’ Dediğimde gözlerinde anlamını hiçbir şekilde çözemediğim bakışlar oluştu. Ayağa kalktım, ve yanına doğru ilerledim.  Yanına doğru ilerlerken bana küçük çaplı içten bir kahkaha attı.
‘’Gökçen ile ilgili konuşmaya gelmiştim.’’ Dedi gülümsemesinin arasından. Birden bire az önceki anın büyüsü toz olup havaya karışmıştı. İstemsiz gerildim.
‘’Bir yanlış anlaşılma olmuş sanırım.’’
‘’Yasmin ve Gökçen’in arkadaş olduklarından haberim yoktu.’’ Başımı eğdim.
‘’Benimde.’’
‘’Biliyorsun, tüm şehir sizinle çalkalanıyor ve Yasmin’de haliyle iyi kötü biliniyor.’’ Duyacaklarımı az çok tahmin edebiliyordum, fakat duymaya tahammül edebilecek miydim bilmiyordum.
‘’Bu bizim için büyük talihsizlik oldu gerçekten.’’ Başını olumlu bir şekilde salladı.
‘’Gökçen’i Yasminden uzak tutmam gerekiyor ve Yasmin’e en uzak olup en yakın olan bir tek siz varsınız.’’ Benden medet umuyordu. Fakat ilacı ben miydim?
‘’Bunu yapmak isteyeceğimden emin değilim.’’ Gerçekten emin değildim. Neden kaçtığım her şey benim arkamdan bir gölge gibi beni takip ediyordu?
‘’Bak haklısın, tam olarak en sevmediğin şeyler önüne dökülüyor biliyorum fakat, sen bir kere o ateşte yandın. Gökçen’in de yanmasını istemiyorum.’’ Bu adamın gözlerindeki muhtaciyet, bana karşıydı. Normalde de kimseye karşı çıkamayan yapım, az önce bana hayatımda çok az duyacağım tarzda iltifatları söylemiş ve şimdide benden yardım istiyordu. Benden yardım istiyordu çünkü bana güveniyordu ve ben güçlüydüm.
Güçlü müydüm?
Güçlü olmaktan başka çarem yoktu.
‘’Deneyeceğim.’’ Dedim başımı iki yana sallarken. ‘’Ama benden çok bir şey beklemeyin. Eğer insanları savunacak boyutta olsaydım, kendimi bu kadar yedirmezdim.’’
Atilla benim kanımın akış hızını değiştirecek bir hareket yapıp elini çeneme götürdü ve yüzümü kaldırdı. Fakat saha sonra ne yaptığını yeni fark etmiş gibi elini hemen çekti. Ben şaşkınlığım ve olayın farklılığıyla baş başa kalırken ‘’Teşekkür ederim Otilla.’’ Dedi ve kapıyı açtı.

Bazen hayatlar tesadüfler silsilesi. Zincirleme olaylar yaşıyoruz aslında farkında olmadan ve her sonuç bizi nedene götürüyor adım adım. Şimdi bu oldu deyip üzüleceğimize, sonra ne olacak diye umutla bakmak gerekiyor. Umut kolay bir şey değildir aslında düşündüğüm kadar. Taşınması en ağır yüklerden birisi. Ya çok güçlü olacaksın ya kamburun çıkacak. Birisinde yorulacaksın defalarca, diğerinde çekeceksin bedelini ömrün boyunca.

Büyük güç büyük sorumluluktur. Peki hiçbir şeye ne gücümüz ne tahammülümüz varsa, bu sorumluluk getirir mi? İnsanın kaybedeceği tek şeyi kaybedeceği hiçbir şey olmamasıysa yinede kaybedeceği bir şeyleri var mıdır?

Atilla içeriden kapıyı açtığında, Vince dışarıda, kapıdaydı. 


Kısa bölüm için özür dilerim :( 
HERKESE İYİ BAYRAMLAR! 

OKUDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER!

OdelinaWhere stories live. Discover now