3. Bölüm ''Pireli Köpekler''

28.1K 1.4K 132
                                    


***
 Yataktan yere inerken, yerde duran fare leşine büyük bir iğrenmeyle baktım.
İğrenme yüzümü buruştururken, bunu yerden nasıl kaldıracağımı düşünüyordum. Beklenmedik şekilde Vince farenin kafasına vururken kullandığı süpürgeyle leşi, faraşa süpürdü. Vince ‘in gözlerinin kısa bir süre odamda gelişi güzel yıkılmış kitaplarda duraksadığını gördüm.

‘’Çok teşekkür ederim Bay Mchardley’’ dedim.
Gözlerini kitaplardan ayırdı ve odamdan çıktı. Az önce benim odamdaydı diye geçirdim içimden, Az önce benim odamdaydı. Faraşa süpürülen leş ebedi yolculuğuna yani, pis kokulu çöp kutusuna gitmek için beni bekliyordu. Faraşı elime aldım, kendimden uzak tutarak evin dışına yatmadan önce çıkardığım çöpün olduğu yere gittim. Salondan geçerken Vince ’in elinde bir bardak olduğunu ve anladığım kadarıyla yine içki içtiğini gördüm. Çöpün içerisine faraştakileri bıraktıktan sonra içeriye girdim. Havanın soğuk olduğunu, dış kapıyı kapattığımda oluşan sıcaklık farkından daha iyi anladım.

Sessizce çamaşır suyu alarak odama döndüm. Kovanın içerisine çamaşır suyunu döktüm, sonra bir miktar yere de döktüm, bezi bastım ve lekeler gidene kadar silmeye başladım. Tahminimce yarım saat kadar bu işle uğraştıktan sonra saate baktım. Sabah olmasına birkaç saat kalmıştı. Uyuyup uyumamak arasında gittim geldim. Uyursam birkaç saat uyumuş olacaktım ve uyumazsam da gün içinde yorgun olacaktım. Kararsızlığımı guruldayan midem giderdi. Bir şeyler yemek istiyordum. Tüm gün çok bir şey yememiştim, aslına bakılırsa genel olarak çok şey yemezdim. Ama uyku arasında olunca acıkmamak işten bile değildi.
Mutfağa doğru gitmek üzere odamdan çıktım. Mutfağa geçerken Vince’in hala salonda olduğunu gördüm. Kadife koltuğun üzerine yayılmış bedeni bir asalet timsali şeklinde önümde duruyordu. Çok hoş bir erkek olmuştu. Küçükken daha cılız ve hareketli olan Vince, büyüdükçe şekillenmiş, oturaklı olup her genç kızın hayalini süsleyecek bir bey haline gelmişti. Yakışıklılığının dillerde gezmemesi olanaksızdı.
Ona daha fazla bakmak istemedim, onun yanında benim gözlerim, hakaret gibi kalıyordu. Sefil, yalnız, çaresiz, zavallı duygularını hayranlık, hoşnutluk ve güzellik kavramıyla karıştıran gözlerimi yere çevirdim.

‘’Bay Mchardley, istediğiniz bir şey var mı efendim?’’ diyerek kalıplaşmış nezaket cümlesini gecenin bir yarısı olmasına rağmen, her şey normal hizasındaymışçasına kullandım.
Aç karnım tekrar guruldadı. Normalde bu kadar acıkmak bana göre değildi, ama sanki günlerdir bir şey yemiyormuş gibi midem mızmızlanıyordu. Vince gözlerini bana çevirdi. Kaşlarını hafifçe kaldırdı.

‘’ Ben bir şeyler atıştıracağım isterseniz sizin içinde bir şeyler hazırlayabilirim?’’ içinde birkaç yudum kalan içkiyi bardağın içinde hafifçe sallarken ‘’Aslında bir şeyler yesem iyi olacak.’’ Dedi.
Mutfağa geçtim. Dolabı açtım ve akşam yemeği için hazırladığım şeylere baktım. Bunları şimdi çıkarsam yemek mideye ağır gelir miydi acaba? Ama patateste çok güzel görünüyordu. Ellerime sağlık diye düşündüm. Salondaki büyük masaya tek kişilik servis açtım ve salata ve patates yemeğinden bir tabak hazırladım. İşim bittikten sonra ‘’Afiyet olsun efendim’’ diye geri çekilirken, ‘’Yalnız yemek yemeyi pek sevmem.’’ Dedi. Anlamayan gözlerle ona baktım, yanaklarım pembeleşir gibi oldu.

‘’Size eşlik etmemi mi istiyorsunuz?’’ sorduğum soru, yaşadığım şaşkınlığı anlatır bir ses tonuyla ağzımdan dökülmüştü. Bana baktı ve kafasını ‘istersen’ der gibi hareket ettirdi ve olmasa da olur bir tavırla, ‘’Yalnız yemekten hoşlanmıyorum’’ dedi. İçimin kapıları sonuna kadar açılmış, yüreğimin cennetine giriş biletim verilmişti.
Yaşadığım hoşnutluk kâfi gelmeyen kelimelerin tamamıydı. İçimde patlayan sevinç dalgasını dışıma yansıtmamaya çalışan, soluk ve ifadesiz yüzümle ‘’Teşekkür ederim’’ dedim. Neredeyse sekerek mutfağa gittim. Acele acele kendime servis hazırladım ve oturdum. Uzun zaman sonra birileri benim varlığımı hatırlamış, insan yerine koymuş, bir an için üstünde bulunduğum ‘hizmetçi’ etiketini sıyırmıştı.
Heyecanımı damarlarımda çağlayan kanın içerisine hapsettikten sonra, ağır ve nazik hareketlerle yemeğimi yemeye başladım. Bir süre hiç kimseden ses çıkmadı.  Yaklaşık 7-8 saat önce yememiz gereken yemeği gecenin bu saatinde yiyorduk.
Yemeklerin midemize oturmaması kaçınılmazdı. Sabaha kahvaltıyı sağlam yapamayacaktık.
Gözlerimi küçük süzmeler halinde yüzüne üflüyor, hareketlerini ezberlemeye çalışıyordum.
‘’Kitaplar ilgini çekiyor galiba’’ dedi, Vince yemeğin sonuna doğru. Utangaç gözlerimi loş ışıkta bebeği irileşen gözlerine değirerek ‘’Evet efendim. Kitaplarla ilgilenmeyi çok seviyorum.’’ Dedim.
‘’hı-hımm’’diyerek bardaktan suyunu içti. Yemek, Vince ’in kelimeleriyle ortamı süslemesiyle beraber tadını bile değiştirmişti.
‘’Ev işlerinden arta kalan zamanlarımı kitaplara ayırmak beni dinlendiriyor’’ dedim, bana göre cesurca bir hareketle.

‘’Kitaplarla ilgileniyor olman senin açından açından güzel bir şey. İnsan dünyanın gerçeklerinden kitapların sayfalarına sığınıyor. Kitaplarını nereden temin ettiğini öğrenebilir miyim?’’

Benimle konuşuyordu. Vince Mchardley’in karşısında oturuyordum ve benimle konuşuyordu. Uzun zamandır, insanlarla konuşmalarım birkaç cümleyi geçmeyen ben, bir sohbetin içerisindeydim.

‘’Bazen,,’’ dedim. ‘’Mutfak alışverişi için dışarıya çıktığımda, biriktirdiğim paranın bir kısmını kitaplara harcıyorum. İki sokak geride küçük bir kitapçı var. İkinci el ve hasarlı kitapları çok uygun fiyata veriyor. Bazen elimdeki kitapları hızlı okuyorum ve, bu yüzden alışverişe çok çıktığım oluyor ‘’ dedim. Bu benim hayatımda yaptığım tek aktivite olmakla beraber kendime ayırdığım tek özel ve gizli işti. Daha önce odama kimse girmediği için kitaplarımı saklama ihtiyacı da duymamıştım.

‘’Açıkçası kitaplarla ilgilendiğini tahmin etmezdim.’’ Dedi hafif şaşkın bir tavırla. ‘’Aslında bir şeylerle ilgilendiğini tahmin etmezdim.’’ Sesinde aşağılayıcı bir tavır olmasa bile sözlerin bir tokat gibi yüreğime indi. Ah. Dedim kendi iç sesimle. O kadar mı hiç kimseydim? Gerçi ne bekliyordum ki. Ne bekliyordum?
‘’Şey, bende bu kadar vasıfsız durduğumu tahmin etmezdim..’’ dedim kısık sesimle. Alınganlığımı her ne kadar belli etmek istemesem de cümlede ki kırıklık, etrafa yayılmıştı.

‘’Beni şaşırttın, O zaman sana bir kitap önereyim.’’ Bir lafıyla beni alaşağı eden adam, hiçbir şey olmamış gibi konuşmasıyla devam etti. Gerçi ona hiçbir şey olmamıştı ki. Bir cam gibi parçalanan benim kalbimdi. İç kırıklıklarımı bir köşede toplayıp beklentiyle gözlerimi Vince ‘e çevirdiğimde, sandalyesine yaslanmış gerinir gibi bir hali vardı. Gerinmesini sonlandırıp sandalyesinde dikleştiğinde gözlerini bana kilitlemişti. ‘’Kural Dortlet ‘in Pireli Köpekler* isminde bir kitabı var. Çok bilinen bir kitap olduğunu düşünmüyorum ama üslupsal açıdan başarılı bulduğum bir eser.’’  Bu kitabı okumuştum, hem de tek solukta.

 ‘’O kitabı biliyorum, dediğiniz gibi gerçekten üslupsal açıdan harika. Yazarın kelimeleri kullanışı, konuyu ayrı parçalara bölüp okuyucu yormaması gerçekten çok hoştu.’’
 Kitabı alıp eve getirip kendi himayeme almam mümkün olmamıştı ama ödünç aldığım süre müddetçe el üstünde tutmuştum. Beyaz fon üzerinde yüzü ağır makyajla süslenmiş, orta yaşlı sayılabilecek bir kadının yağlı boya şeklindeki portresi kapağa basılmıştı.

Diğer büyük yazarlarca yok oluşun hikayesi olarak geçen bu trajedya beni de etkilemişti ve karakterin yaşadığı yalnızlığı tanımam zor olmamıştı.
‘’Pireli Köpekler başlığıyla anlatılmak isteneni hiç düşündün mü?’’ dedi, gözleri çok hafif kısık bana bakıyordu.
‘’Bence’’ diye başladım. Bu benim konumdu ve en sevdiğim konuda küme düşmek ya da bir şey bilmiyor koltuğuna oturtulmak istemezdim. ‘’Köpek olarak adlandırdığı, talihin bir kere sıcak gülüşüyle karşılaşmamış insanlar ve Pireler ise onların kötü talihi. Kötü talih insanın yaşama karşı duruşundaki sağlamlığı emerek bitiriyor, ve insanı hastalandırıyor. Ne yapılırsa yapılsın, kaşıntıdan kurtulamıyorsun ve bir süre sonra pes ediyorsun.’’

Elini çenesinin altına yerleştirmiş, dirseğini masaya dayamıştı.
‘’Ben daha çok Köpeklerin pireye bilerek bulaştıklarını düşünüyorum’’ dedi. ‘’Senin de dediğin gibi köpekleri insan olarak ele aldığımızda pireyi kötü talih olarak yorumlarsak, Köpeklerin kendilerini tamamen sağlıklı barındırmadıkları için pirelerin onlara geldiğini düşünüyorum. Ve önlem alınıp gerçekten savaşılırsa pireler çözümsüz değil. ‘’

‘’Peki ya kaybedilen kan?’’ dedim.

‘’Peki ya geriye kalan kan?’’ dedi.

Hikayeyi tekrar aklımdan geçirdim. Margarita isimli 30’lu yaşlarının sonunda, daha çocuk sayılacak yaşta ailesiyle birlikte kendi ülkesinden göç ettirilmiş, daha sonra durulan bir limanda bir başka bir kişiye satılmış daha sonra sokaklara bırakılmış ve kendi başının çaresine bakmak zorunda kalmış bir kadının öyküsü.
Yaşamında kendi ayakları üzerinde durabilmek adına denediği yollardan en kötüsünün işe yaramış olması ve sefil hayatının asla hatırlanmayacak olduğunu anlatan bir yok oluş kitabı. Hatta hiç var olmamışlıkların kitabı. Eğer kimse hatırlamazsa var olmuş sayılmazsın. Ve var olmadan yok olamazsın.

Belki de kadının yalnızlığında kendimi gördüğüm için bu kadar etkilenmiştim bilmiyordum.

Gün ışıyana kadar kitabı tartışmaya, verilen paragraflarda aklımıza takılan yerleri birbirimize söylemeye devam ettik. Hayatımda, uzun zamandır en güzel yediğim yemekti. Onun yanında olmak ayrıca bir harikalık ürünüyken, bir de sohbet ettiğimi bilmek, en güzel düşüncelerimi ona açmak.  Mutluluktan ağlayacaktım.

‘’Gözünden boşanan yaşlar onu bu çaresiz ve fakir hayatında verdiği savaşta bitap düştüğünü hatırlatmak ister gibiydi. Gözlerini karanlık oda da gezdirdi Margarita. Yalnızdı bu karanlık odada. Tıpkı bütün karanlık hayatında yalnız olduğu gibi. Daha sonra nefesi kesildi. Tek başına yaşadığı hayatta tek başına ölmüştü. Şaşırılacak bir şey değildi.  Kimse hatırlamayacaktı, kimse bilmeyecekti. Hiç var olmamış gibi bir yaşamdı Margarita’nın ki.’’

- ''PİRELİ KÖPEKLER''- Kural DORTLET






NOT1: Arkadaşlar ne Kural Dortlet diye birisi var ne de Pireli köpekler isminde bir roman. Tamamen kendi hayal gücümün ürünüdür. Hiç bir şekilde gerçekle bir alakası yoktur. Hikayem tamamen kurgudur. Kendi ütopyamda kararlaştırdığım şeyleri size aktarıyorum. Neredeyse hiç gerçeklik payı yoktur. - sizlerde uyandırdığı duygular ve kendinizi bulduğunuz cümleler dışında.- Lütfen bu konu hakkında sorunuz olursa, mesaj yoluyla bana iletin. 

NOT2: Bu bölüm diğer bölümlerden daha uzun oldu, umarım sıkılmadan okuyabilirsiniz. Bölümlerin ve olayların şimdilik durgun gittiğinin farkındayım, ama her hikayede olduğu gibi ilk sayfalar durgundur. İnanın bana bir kaç bölüm sonra, olaylar başını gösterecektir.

NOT3: buraya kadar sabredip okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendi aklımda belirlediğim oy sınırı ilerledikçe yeni bölümleri seri bir şekilde ekleyeceğim. Beğeninizi ya da beğenmemenizi yorumlarla belirtirseniz çok memnun olurum :)

NOT4: Unutmamak gerekir ki, hikaye kurgusunda bana yardım eden yurdagulAlaf 'emeğini bizden esirgeme :)

Çok konuştum, HOŞÇAKALIN ŞİMDİLİK!

OdelinaWhere stories live. Discover now