6.Bölüm ''Kara Ölüm''

18.7K 925 40
                                    

..
O gün, birkaç saat sonra Vince doktorla beraber geldi. Onları konuşurken gördüm, ben merdivenin ilk basamağında dururken onların seslerini hayal meyal duyabiliyordum. Çok yorgundum ve korkmuştum. Bu korku bir canavar görüpte öd patlaması gibi bir şey değildi, Eğer Bayan Mchardley’de giderse kaybedecek hiçbir şeyim kalmıyordu. Bu korku kaybedecek bir şeyimin kalmaması korkusuydu.
Gözlerim donuk bakışlarla etrafta geziyordu. Bir an bütün konuşmalar kulağıma anlamsız geldi. Hafif başım döndü. Ama toparladım. Doktorun aşağıya indiğini gördüm, gülümseyebildiğim kadar gülümseyip kapıdan geçirdim. Gülümsememin burukluğunu hissedebiliyordum.

Vince’e döndüm. Onun da gözlerine perde inmiş gibi bulanık, dudakları sarkar vaziyetteydi. Birkaç saniye bana baktıktan sonra odaya girdi. Birden bire kendimi çok garip hissettim. Sanki uyuyorum ama uyumuyorum gibi. Gözlerimi kırpıştırdım. Yavaş adımlarla merdivenlerden çıktım. Odanın kapısına geldiğimde durdum. Kapıyı çaldım, içeriye girdim. Vince ile göz göze gelmeden Bayan Mchardley’in yanına yöneldim. Elimle ateşini yokladım. Hala deli gibi yanıyordu. Biraz daha böyle yanarsa beyni kızaracaktı.
‘’Hala çok ateşi var’’ dedim. ‘’Biliyorum’’ dedi. Sesi kırgındı. Büyük kavisli baş parmağını dudaklarının arasına almış, duruyordu. Tırnak yemiyordu ya da elini emmiyordu. Sadece öyle duruyordu.
‘’Bay Mchardley Doktor ne dedi?’’ bezini yinelediğim kadına baktım, garip sesler çıkarım yatakta titriyordu. Bizi duyduğunu hiç sanmıyordum. ‘’Kesin bir şey söylemedi, ama bir tahmini varmış. O olmamasını umuyorum.’’ Sesi umutsuzluk kokuyordu. ‘’Tahmini neymiş?’’
Biraz durdu.
‘’Hıyarcık vebası.’’ Ne? Saçmalık! Tarih öncesi bir hastalık mı bu kadına bulaşmış olacaktı. İnanmıyordum. Eğer vebaysa buradan gitmemiz gerekiyordu. Kadını tecrit altına almak gerekirdi. Şaşkın gözlerimi önce Vince’ e sonra Bayan Mchardley’e çevirdim. Bayan Mchardley’den birkaç adım uzaklaştım. Şu an yüz ifademi saptayamıyordum.
‘’Ne?!’’ diye tükürdüm resmen. Olacak iş değildi. ‘’Saçmalık. Başka doktor bulunmalı Bay Mchardley!’’ şaşkınlıkla çıkan sözlerimin altında Vince ‘e emir veriyordum ve farkındaydım ki sesim yüksek çıkıyordu.

‘’Çık odadan’’ diye bağırdı bana. Ben çıkardım ama onunda çıkması gerekiyordu. Burada durması hepimizin ölümü demekti. Odadan hışımla çıktım. Salona geçtim, koltuklardan birisine kendimi attım ve ağlamaya başladım. Şu an donuk tavrımı sergileyemeyecek bir haldeydim. Hıyarcık Vebası diyordu. Bu aptal farelerden bulaşırdı. Bir fare. Odamda. Ya bana da bulaştıysa diye herkesi bıraktım ve kendim için endişelenmeye başladım. Odama gittim, koşar adım duşa girdim. Kendi derimi koparır gibi keseliyordum, derimi koparsam bile hastalık bende de varsa kurtulamayacağımı biliyordum. Pes ettim. Suyun altında biraz daha kaldım ve duştan çıktım.
Üzerim giyinip tekrar salona geçtiğimizde kapı çalındı. Doktor yeniden gelmişti. Bu sefer muayene ederken ben de yanlarında durdum.

Yaşlı kadını adam muayene ederken, kadın inleyerek ‘’ Başım ‘’ dedi. ‘’Başım çatlıyor.’’ Yatağa geri yatırdıktan sonra doktor ağzını açtı, dilinin kahverengi ve kuru olduğunu gördük. Kahverengi bir dil. Bunu unutabilecek miydim bilmiyorum. Doktor kadını nazik olmayan bir şekilde yatağa bıraktı.
‘’Hepiniz’’ dedi. ‘’Dışarıya gelin.’’ Ben ve Vince dışarıya çıktık. Doktor hemen uzaklaşmak isteyen bir ifadeyle konuşmaya başladı. ‘’Tahmin ettiğim gibi, az önce çıktığımda da belirtileri teyit etmek için bir arkadaşımla konuşmuştum. Bu Veba. Nasıl bulaştı bilmiyorum ama en yaygın örneği fare.’’ Dedi. Vince kısık sesiyle ‘’Fare’’ diye tekrar etti. ‘’Yapabileceğimiz hiçbir şey yok, şehir merkezine iki gün uzaktasınız. Size aşı getirtsem bile çok geç olabilir. Tek sizi buradan göndermek bir yana  kasabayı bileboşaltmak zorunda bile kalabiliriz.’’
Dilimi yutmuş bir şekilde olanları dinliyordum.
‘’ Gitmek zorundasınız, vedalaşın isterseniz ama çok durmayın ve temas yok. Hastalık çok hassas. Öksürme ya da hapşırma yoluyla sizin de hayatınız kararabilir.’’ Doktor kaçar gibi evden çıktı. Vince odaya girdi. Bende arkasından girdim. Yaşlı kadına baktı. ‘’Özür dilerim’’ der gibi dudaklarını oynattığını gördüm.
‘’Şimdi ne yapacağız?’’ diye sordum. ‘’Gidiyoruz’’ dedi. Aşağıya bir hışımla indi. Ne acısını ne sevincini tam olarak belli ediyordu.
‘’Birkaç eşya al ve eve son defa bak. Bir daha göremeyeceksin’’ Vince’in yüzüne bakıp, odama geçtim. Olaylar, şu son 2 hafta içerisinde ne kadar çok olaylar gelişmişti. Neler olduğunu anlayamıyordum bile. Zaten birkaç parça olan kıyafetlerimi toparlayıp bavula attım. Geride bırakacak başka hiçbir şeyim yoktu. Geldiğimi görünce kapıdan çıktı bende arkasından çıktım. Kadını bu evde yalnız başına mı bırakacaktık hemde bu kadar kötüyken. Dışarıda doktorun bizi beklediğini gördüm.
‘’Evi karantinaya almaları için haber verdim. Ama geleneksel yöntemlerden sıyrılmadığımız için ev yakılacaktır. Umalım ki o zamana kadar hasta ölmüş olsun, zaten direnci kırılmış ve yaşlı. Veba olmasaydı bile 1 haftadan fazla dayanamazdı.’’ Duyduklarım canımı yakıyordu ama ben yine de üşüyordum.

Yol boyunca hiç konuşulmadı. Vince ‘in evine vardığımızda Vince’ üzerindekileri çıkarıp yerde toparladı. ‘’Yak bunları’’ sonra bana baktı. Üzerinde yalnızca pantolonu vardı. Üzüntünün düşürdüğü omuzları garip bir halde çekicilik katıyordu. Bu durumda bile onu düşünebildiğim için kendimi boğmak istedim.
‘’Kendi üzerindekileri de çıkar, yeni bir şeyler giy. Üstündekileri de yak.’’ Sert sesiyle verdiği emiri hemen gerçekleştirmek üzere oradan ayrıldım. Arka kapıdan dışarıya çıkıp bir varilin içerisine kıyafetleri attım, içeride bulduğum alkollerden birisini umursamadan aldım ve tutuşması için elbiselerin üzerine döktüm. Kibriti yakıp elbiselerin üzerine attım ve küçük yangını duygusuz gözlerle izledim. Elbiselerin yandığına emin olunca yerde duran demir kapağı varilin üzerine bıraktım.

Neler olmuştu. Bir anda bu kadar olay. 2 hafta öncesinde monotonluktan kupa yürüten hayatım bir den olaylanıp şekillenmeye başlamıştı. Şaşkınlık içinde Vince’in evine girdim. Mutfağa baktım, salona baktım. Ve salona geçip oturmaya karar verdim. Kalbim kırık mıydı? Bir hastalıktı bu ve biri gitmişti. Bayan Mchardley’i tamamen kaybetmiştim. Geçmişte kalan anılarımızı bir an için gözümün önünden geçirdim. Daha dün Vince konuşmuştuk. ‘’Annem var ‘’ demişti. Artık yoktu. Bir sızı vücudumu ele geçirdi. ‘’Ben varım.’’ Bir tek Vince kalmıştı. Yalnızlığı hissediyordum. Kocaman evde ne yapacağımı bilemez halde dolaştım. Bir kapının önüne geldiğimde kesik kesik ağlama sesleri duydum. Hıçkırarak bir ağlama değildi daha çok içindeki sızlamayı dışa dökmek gibi bir şeydi. Odanın Vince’in odası olduğunu tahmin etmek zor değildi. Vince ağlıyor muydu? Ağlamak normal bir şeydi fakat Vince? Sanki Erkekler ağlamaz diye bir kaide mi vardı? Bunu neden dert ediyordum ki. Benim bile yüreğim acıyla bu kadar kavrulurken onun normal durmasını beklemek saçmalıktan başka bir şey değil.

İki gün sonranın sabahında Vince inzivaya çekilmiş olduğu odasından çıkmıştı. Omuzları çökmüş, duvarları yıkılmış bir çocuk gibi duruyordu. Yüzü soluk gözleri şişmiş ve mor halkalarla çevreli. Üzüntü yakışıklılığından bir şey götürmemişti belki ama kalbini kırdığı apaçık bir gerçekti.
Benimde ondan daha farklı olduğum söylenemezdi. İlk gün durumları tam olarak anlamayı reddetsem bile, şimdilerde canımın acısı ağzıma geliyordu.

Odasından çıktığı gibi evden de çıkmıştı. Birkaç saat boyunca beni evde yalnız bırakmıştı. Gerçi şu iki gün içinde evde yalnızdım. Vardı ama yoktu.
Birkaç saat sonra eve geldiğinde yüzüme bakıp ‘’toparlan, taşınıyoruz’’ dedi. Bu kadar ani kararlar karşısında ne hissedeceğimi bile şaşırıyordum. Başımla onaylayıp eşyalarımı koyduğum odaya geçtim. Zaten çok eşyam yoktu ve hepsini bavulumdan çıkarmamıştım. El çabukluğuyla yerleştirdiğim bavulu alıp kapıda beklemeye başladım. O da elinde büyük bir bavul ile kapıya geldiğinde evden çıktık.
Alkol kokulu vücuduyla aynı ortamdaydım. İçki bana göre değildi, hiçbir zaman sevmeyeceğimi düşündüm. Biraz yolu izledikten sonra ‘’Nereye gidiyoruz Bay Mchardley’’ diye sordum. Konuşmama hayret eder gibi gözünün ucuyla bana bakıp ‘’ Ben şehre taşınıyorum, sen ne yaparsın bilmem’’ dedi.
Umursamaz tavrı her yere akmıştı. Aklına bir şey gelmiş gibi bir ifade takınıp kendi kendine bir şeyler mırıldandı.
‘’Gidecek bir yer bulana kadar benimle kalabilirsin.’’ Donuk gözlerimi Vince’den yola doğru çevirdim.
Şu an yaptığı şeyleri ve verdiği kararları ciddiye almamam gerektiğinin farkındaydım. Büyük ihtimalle üzüntü görüşünü bulanıklaştırıyordu.
Şehre geldiğimizde Bayan Mchardley’in evinden daha küçük ama Vince’in evinden daha büyük bir evin karşısında durduk. Hiçbir şey demedim. Sadece evi izledim.
‘’Burası’’ dedi.
İçeriye anahtarla girdikten sonra ardından bende girdim. Dağınık saçları yüzüne düşmüş gölgeliyordu. ‘’Alt katta küçük eşyalı bir oda var. Oraya yerleşebilirsin.’’
Başımla onayladım. ‘’Benim odam üst katta, akşam yemeğine kadar rahatsız edilmek istemiyorum.’’ Cebinden birkaç tutam para çıkardı masanın üzerine bıraktı. ‘’Her hangi bir eksik olursa buraya para bırakıyorum, iki defa sola saparsan küçük bir market var ıvır zıvırını oradan karşılayabilirsin’’ ne cevap vereceğimle ilgilenmeden üst kata çıktı.
*
Birkaç hafta boyunca sadece akşam yemeklerinde görüşüyorduk. Sabah kahvaltısını odasına hazırlayıp bırakıyordum Öğle yemeğinde evde olmuyordu ve Akşam yemeğini de arada bir yemiyordu. Akşam yemeklerinde bende sofraya oturuyordum. Ama konuşmak yerine ortamı dalgın bakışları süslüyordu.
Eksikler olduğunda bunu masada dile getiriyordum.
Yine bir akşam yemeğindeydik, Vince’in ruh hali bulunduğu duruma adaptasyon göstermesine karşılık bedeninin çökmüş olduğu apaçıktı.
‘’Mutfakta birkaç ihtiyaç var Bay Mchardley’’ dedim çekinerek. Doğrudan para isteyemezdim. Şu son sıralar konuşmaya bile çekiniyordum.
‘’ Daha sonra tekrar hatırlat. Sabah çıkmadan önce bırakırım. ‘’
‘’Peki efendim’’ dedikten sonra yemeğime döndüm. Doymamıştım ama yemek istediğimi de zannetmiyordum.
‘’Sen gidecek bir yer buldun mu?’’ diye sordu kaşığını ağzına götürürken.
‘’Hayır efendim, en kısa zamanda bir iş aramaya çıkacağım, ilk aylığımı alır almazda evinizden gideceğim.’’ Durdum, ellerimi kucağımda birleştirdim.
‘’Size yük olduğum için özür dilerim.’’
Vince yüzüme baktı. Konuşacak gibi olduysa da kapının çalınmasıyla bir şey demedi. Hemen sofradan kalkıp kapıya gittim. Bu saatte kimin gelmesi gerekiyordu ki? Çekingen tavrımla kapıyı açtım.
Karşımda benden daha uzun boylu, esmer ya da bronz denilen ten rengi, biçimle dişiliğini öne seren vücudu ve simsiyah bakan gözleriyle karşımda bir kadın duruyordu.
‘’Kime baktınız?’’ diye kadına tısladım. Bu saatte eve gelen kadından ne hayır gelebilirdi ki. Yüzüne düşen bukleyi kulağının arkasına iterek.
‘’Vince Mchardley’’ dedi.
‘’İçeride buyrun’’ dedim pek nazik olmayan bir tavırla.
Kadın bu eve defalarca gelmiş gibi salona doğru ilerledi. Vince olduğu yerden kalktı ve kadına soru soran gözlerle baktı.
‘’Pardon’’ dedi, peçeteyle ağzını silerken. Kafasını hafif yana eğmiş bakıyordu.
‘’Daha önce konuşmuştuk.’’ Elini uzattı.
‘’Ben Yasmin Perrel’’



Arkadaşlar, aklıma geldikçe yazıyorum ve bölümü ekliyorum umarım beğenmişsinizdir. Yazılı haftasına gireceğim için bu bir hafta boyunca bölüm ekleyemeyeceğimi belirtmek isterim.
Bu bölümü YurdagulAlaf 'yardımı olmadan yazdım, onunla yazdıklarım kadar güzel olmasada bir şeyler karaladığımı düşünüyorum.
Beğenilerinizi ya da eleştirilerinizi duymak için sabırsızlanıyorum.
Çok teşekkürler!

OdelinaWhere stories live. Discover now