8.Bölüm ''Kasaba'' Part - 1

18.7K 878 61
                                    


Okurken dinleyebilirsiniz : Otherwise - morcheeba





Uzun zamandır aradığım şeyi bulmuştum: içten gelen sıcak bir kucaklaşma.


Yakaladığım sıcaklık, daha önce buluşmadığım bir mayhoşluk katmıştı. Sarıldığım şey ya cennetim olurdu, ya cehennemim. Cennetimse eğer, bu kadar iyi ne yapmıştım sorusu zihnimde dörtnala koşarken, Bu cehennemse bu kadar tatlı olamazdı hissiyatı düşüncelerime enjekteydi.
Kollarımı hüzünle doladığım geniş vücudundan ayırmak bana her ne kadar zulüm gelse de daha fazla sarılıp bu kucaklaşmayı uzatmam mümkün değildi. Ellerimi katılaşmış gövdesinden çekip yere düşürdüm. Mahcubiyetim yanaklarımı kızartıp başımı eğmişti. Ağlamaktan şişmiş gözlerimi yere devirdim.
‘’Özür Dilerim Bay Mchardley’’ geriledim.
Kollarını düşürmüş yüzüme baktı. ‘’Sabah erkenden yola çıkacağız, Uyumalıyım’’ diyerek Odasından hızlı ama çarpık adımlarla ayrıldı.
Odama giderken de, yatağıma yattığımda da, başımı yastığa koyduğumda da aklımdaki tek şey oydu. Onun naifliği, onun duruşu, kırılganlığı, sarılmam ve diğer her şey. Onun gözlerinden yaş aktıkça benim kalbim kanamıştı. Acaba diye düşündüm, Benim hislerimden haberi var mıydı? Uzun zamandır ortamlarımız aynıydı, acaba değerli miydim? Yokluğum farkedilir bir açık bırakır mıydı? Kendi sorularımı yanıtsız bırakırken uykuya daldım.

Odama giren gün ışığıyla uyandım. Gün soluk griydi ve güneşin çırpınışları bulutların arasından benim odama süzülmüştü. Siyah uzun elbisemi üzerimden geçirdiğimde içimden bir his günün elbisem kadar karanlık olacağını fısıldıyordu.
Mutfağa gitmek üzere odamdan çıktığımda, Salonda en az benim kadar siyahlara bürülü, gözlerinin altı mor halkalarla dolu Vince’i gördüm.
‘’Günaydın Efendim.’’ Dedikten sonra Kahvaltıyı hazırlamak üzere mutfağa gidecektim fakat bir ses beni durdurdu.
‘’Boşuna sofra kurma Bayan Perrel’de hazırlanmak üzeredir, hemen yola çıkalım, ne kadar erken o kadar iyi. ‘’
Başımla onayladıktan sonra yine de Mutfağa gittim. Kahvaltı hazırlamayacaktım elbette ancak, yol için birkaç parça şey koymalıydım.
Eşyaları hazırlarken, İçeriden gelen kadın sesiyle Yasmin denecek o kadının uyandığını ve karga gibi şakıdığını duydum. Bir karga ne kadar şakıyabilirse o kadar şakıyordu.
İyice işleri toparlayıp tekrar salona geçtim.
‘’Günaydın Bayan Perrel.’’ Üzerinde dolgun göğüslerini açık bırakan ancak ince bir dantelle örtülü olduğunu gördüğüm uzun siyah elbise giymişti. Hakkını vermeliyim ki, belki alışık olmadığım için belki de gerçekten güzel olduğu için göğüslerine bakmaktan kendimi alamamıştım. Hadi Vince bakabilirdi, ama bana ne oluyordu, ne kadar anlamsız hareketler yaptığımı düşündüm.
‘’Günaydın Otilla’’ dedi yüzünde yapmacık bir gülümsemeyle.
İçeride bulunan havadan artık yola çıkmamız gerektiğini anlamam uzun sürmedi.
**
Yol, sadece yoldu. Virajıyla, tümseğiyle, çukuruyla yoldu işte. Şehre ilk gelirken ki sessizliğimiz nasılsa, kasabaya gidişimizde bir o kadar sessizdi. Bu sefer farklı olan Yasmin Perrel denen kadınında bizimle yolculuk yapmasıydı. Birkaç defa verdiğimiz tuvalet ve yemek molaları dışında aralıksız yol almıştık. Uyumak bir yolculuğun çabuk geçmesi için okunan dua gibiydi. Her ne kadar yanıma aldığım kitabı okumak istesem de, kelimelere odaklanmak için dikkatimi verdiğimde midem bulanıyordu ve okuma isteğim kaçıyordu.
Geriye tek alternatifim uyumak kalıyordu ve fırsattan istifade bende küçük çaplı bir kış uykusuna yattım. Vince’e gelince, bir an bile gözlerini yoldan ayırmadığını biliyordum. Molalarda pek bir şey yememiş, sessizliğini neredeyse hiç bozmamıştı. Yalnızca Perrel’in sorularına cevap vermek için bozduğu sessizliği dışında neredeyse hiç konuşmamıştı. Ve Perrel. Neredeyse hiç susmamıştı. Ona cevap vermeyeceğimizi anladığında susmuştu, o sustuğunda da kasabaya girmek üzereydik. İdamdan sonraki af gibi yani. Susmasının hiçbir önemi kalmamıştı.

Kasabaya girdiğimizde o tanıdık yollar ve tanıdık mekân evimde olduğum duygusuyla beni sarıp sarmalamıştı. Camdan dışarıyı izlerken yolun sonuna yakınlaştığımızda ne göreceğimi bilmediğimi farkettim. Neyle karşılaşacaktım? Ne hissedecektim? Huzurla dolan içim olumsuzluk ekiyle kıpırdandı. Durduğumuzu anladığımda, geldiğimizi de anladım. Bakmak ya da arabadan çıkmak istemiyordum. Öylece durmak ve yaşanan kötü olayları inkar etmek istiyordum. Önce Perrel indi, ardından Vince. Nefesimi tutarak bende indim.

Bir evle karşılaşmadım. Etrafı şeritler çekilmiş, yeni söndüğü belli bir evle karşılaştım. Yarısından çoğu kül olmuştu. Tıpkı benim kalbim gibi. Ve sıcak karartmıştı duvarlarını. Soğuk hayatın beni kararttığı gibi. Yüzümü saran boş ifadem, gözlerimden intihar eden hüzünlerim, el parmaklarıma ağırlık bağlanmış gibi sarkan kollarım, çalı çırpı gibi hissettiren bacaklarım ve birden bire dönen dünyam. Vince baktığımda, ellerini cebine koymuş ayağıyla bir taşı ittiriyordu.
Uzun süredir dikleşmeyen omuzları ve kederli çenesi, batağında olduğu üzüntüyü bağırıyordu.
Perrel, gün aşırı kapımızı çalan yaşlı Barbulet’in yanında Vince ‘ bakarak konuşuyordu.
Yaşlı Barbulet’in gözlerinin bana döndüğünü ve beni süzdüğünü gördüm. Kısa bir an için kesişen gözlerimiz beni iğrendirdi. Yeni yürümeyi öğreniyormuş gibi ayaklarımı sürüyerek Vince’in yanına gittim.

‘’Bay Mchardley’’ dedim. Sesim bulanıktı. Gözlerini bana çevirdi.
‘’Her şey için çok üzgünüm’’ dedim özür diler gibi.
‘’Senin hatan değil, üzgün olma’’ dedi duygusuz bir sesle.
Perrel’in yaklaştığını gördüm. Kadın radarlı açık bir böcek gibiydi.
‘’Bay Mchardley, mezarlığa gidelim isterseniz.’’ Dediğinde kısa da olsa bir yolculuk olacağını biliyordum. Birinin ebedi yolculuğu birine on dakika süren bir araba yolculuğundan başka bir şey değildi.

Mezarlığa vardığımızda, hala bu yaşadıklarımın bir rüya olmasını ve en kısa zamanda uyanmayı düşledim.
Taşında doğum ve ölüm tarihi yazıyor, arada kısa bir çizgi duruyordu. Ölüm ve doğum diye düşündüm. Arasında yaşanan hayatın bu iki tarih arasındaki kısa çizgiye sığmış olması ne kadar ironikti. Vince dua okurken, benim düşündüğüm tek şey, ölümünde bir doğum olacağıydı. Eğer öbür dünya diye bir gerçek varsa, ölmüş değildi. Belki de en başında bu dünyaya doğması bir ölümdü onun için. Ya öbür dünya tamamen ölüme yakın insanları ya da ölünün yakınlarını avutmak için söylenmiş bir yalansa? Kim gidip görmüş ki biliyor? Neyin muhakemesini yapıyordum ki.
Barbulet, ayakta durup mezar taşına gözlerini sabitlemiş Vince’ yaklaştı.

‘’Annen için üzgünüm evlat. Ama bazı randevular kaçırılmaz’’ dedi dudaklarını çiğnerken.
‘’Ev içinde üzgünüm evlat, ancak bana hala borcun var.’’ Bu ne kadar büyük bir terbiyesizlikti. İnsanlar acılarını yaşarken, para neydi ki? Bir hayatı kaybetmekten daha önemli değildi para. Alt tarafı bir para.
Vince sinirle ona döndü, çağla yeşili gözlerinin sinirlenince elaya döndüğündü ilk defa şu anda görüyordum. Ellerini sinirle kasmış yaşlı adama küfür eder gibi bakıyordu.
‘’Tek derdin para mı senin piç herif!’’ yaşlı adamın yakalarında Vince’in elleri sıkı sıkıya duruyordu.
‘’Şu hale bak! Ne acıya ne duruma saygın var’’ sesini yükselterek harcadığı cümleleri söylerken, yakasına yapıştığı adamı da savuruyordu. Dehşetle açılmış gözlerimi dikmiş olanları izliyordum. Perrel ise ‘’durun’’ ‘’yapmayın’’ ‘’Bay Mchardley’’ tarzı nidalarla olaya müdahale ediyordu.
‘’Para mı istiyorsun lan’’ dedi adamı sallarken. Hızlıca yaşlı adamı yere bıraktı ve yüzüne bir yumruk indirdi. ‘’Al sana para.’’ Yumruğun şiddetiyle yüzü savrulan adam, dengesini sağlayamadığından olsa gerek kendini yerde buldu. Elini burnuna götürdüğünde burnun ve ağzının kenarının kanadığını farketti.

‘’Sen genç adam, bunu sana ödeteceğim’’ arkasından sarfettiği cümleler Vince’in heybetinin yanında sinek vızıltısı gibi kalıyordu.
‘’Ödetemezsen, seni öldürürüm’’ diye kükredi Vince.
Küçük çocuklar gibi Vince’in koluna yapışıp korku dolu gözlerle ‘’Lütfen Bay Mchardley, gidelim buradan’’ dediğimde beni duyduğunu hiç sanmıyordum.
‘’Elizabeth’in oğlu nasıl olsa, aynı annensin’’ dedi. Bunu normal bir zaman olsa hakaret olarak algılamak çok yanlış olurdu ancak bu durumda hakaret olduğu apaçıktı.
‘’Sen o leş ağzına bir daha ne annemin ne benim adımı almayacaksın’’ diyerek, az önceki denge kaybıyla yere oturan adamın yanına gidip karnına doğru bir tekme geçirdi. Adam yere iki büklüm kendini bırakırken acıyla inledi.

Ağlamam hıçkırıklara dönüşmüştü. Belki bir kavga gözümde bu kadar büyüyüp beni etkilemezdi. Zaten beni etkileyen kavga değil Vince’ti. Gözlerinde ki öfkeden deli gibi korkuyordum. Korktuğum şey Vince’ti. Beni etkileyense korkuydu. ‘’Bay Mchardley’’ diye avazım çıktığı kadar bağırdım. ‘’Lütfen’’ yalvaran gözlerle ona bakıyordum. Amacım ona adamı dövmemesini söylemek değildi. Adam dövülmeyi belki daha da beterini haketmişti. Sadece bu kadar öfkelenmemesini rica edecektim.
Barbulet, Perrel ve Vince, etrafta bulunan diğerleri, hatta kavgaya dönüp bakmayanlar bile bağırınca dönüp bana bakmışlardı.
‘’Yürü gidiyoruz’’ diye kolumu sıkıca tutarak beni sürükledi. Sürünerek peşinden geldiğimde, hıçkırıklarım durmamıştı. Uzun zamandır kendimi sıkıp ağlamam şu an bırakmıştı, çağlayan gibi akan yaşlarıma set kursam bile bir faydası olmayacağını düşünüyordum.
''Yeter daha fazla ağlama’’ dedi yürürken.
Perrel arkamızdan koşarak yetişti. Gözleriyle aşağılar bir halde beni süzdükten sonra ‘’Bay Mchardley, Bay Barbulet sizi dava edecek’’ diye konuştu.
‘’Etmezse şerefsiz o herif’’diye bir kere daha kükredi Vince.
**
Mezarlıktan çıkıp akşam konaklayacağımız kasabadaki küçük otele geldiğimizde bile ağlamalarım dinmemiş, saatlerce ağlamıştım. Gözyaşlarımın kurumasını bekliyordum. Ağlamaktan başım ağrımış kesik hıçkırıklarımı yutup uykuya dalarken tek hatırladığım Vince’in beni odaya bırakıp, kapıyı çarpıp çıkması oldu.
Gözlerimi açtığımda hava karanlıktı. Soğuk havaya rağmen terlemiş yapış yapış olmuştum. Nerede olduğumu anlamaya çalışırken odamın içindeki koltukta oturan Perrel’i gördüm.
‘’Sonunda uyanabildin prenses’’ diye iğneledi beni.
‘’Bayan Perrel’’ dedim kısık sesimle. ‘’Burada ne işiniz var?’’
‘’Bay Mchardley, seni merak etti ancak odana girmek istemedi. Hayret ediyorum. Seni neden merak etmiş olabilir ki?’’

Kendi sorusunu kendi yanıtlasın diye söylenerek ‘’Kaç saattir uyuyorum?’’ diye sordum.
‘’4 belki 5 saat. Aman ne bileyim ben canım kaç saattir uyuyorsun, uyandın ya şimdi sen ona bak’’ Bu kadının aşağılayıcı ses tonu küçük kıymıkları derime batırıyordu.
‘’Siz neden buradasınız Bayan Perrel?’’ o kadar çok ağlamıştım ki, sesimde duygudan eser yoktu. Bütün duygularımı gözyaşlarımla akıtmıştım.
‘’Dedim ya tatlım, Bay Mchardley seni merak etmiş’’ Bay Mchardley beni merak mı etmiş?
‘’Ama hemen havalara girme, herhâlde öldün mü kaldın mı diye telaşlanmıştır’’
Bu kadın beni deli ediyordu.

‘’Ben iyiyim Bayan Perrel.’’
‘’İstersen iyi olma küçük. Hadi akşam yemeğine iniyoruz, çabuk hazırlan da gel’’
Kadın çıktığında gözlerimi devirdim. Bu kadın bana yapmacık, göz boyamadan başka bir şey gibi gelmiyordu.






Arkadaşlar bu bölümü iki part olarak tutmak istedim, aklımda bir kurgu var. Umarım yazdıklarımı beğenirsiniz, görüşleriniz ve oylarınız benim için çok değerli :)

OKUDUĞUNUZ  İÇİN TEŞEKKÜRLER !!

OdelinaWhere stories live. Discover now