XXXIX: La fin

257 29 9
                                    

«Binlerce kez iyi geceler sana...» -William Shakespeare


Saint-Sulpice kilisesinden 20 Ocak 2018 Cumartesi günü kaldırılan cenazesine binlerce kişi katıldı. Öğrencileri, meslektaşları, okul arkadaşları, dostları, komşuları, kalabalığı görüp de içeri girenler, seçkin çevrelerden biliminsanları, haberlerden okuyanlar, içeri sığamayıp dışarıdan katılanlar ve bir şekilde yüreklerine dokunmayı başardığı bütün insanlar —yataklara düşüp ağlamaktan harap olmuş zavallı kızı Juliette dışında herkes... Hepsi gelmişti. Katolik cenazelerinde akrabalar ve ölünün samimi olduğu insanlar dışında fazla katılım beklenmezdi fakat Sébastien Castille'in cenazesi de tıpkı kendisi gibi bir istisnaydı.

Maral neredeyse hiç kimseyi tanımıyordu. Sébastien Castille'in en sevdiği öğrencisi Béatrice Rousseau, ortak arkadaşları Léa Blanc ve Pauline Guillot, okuldan tanıdıkları ve bazı ünlü edebiyatçı ve filologlar dışındakileri hayatında görmemişti Maral. Hiç adlarını bile duymadığı insanlar, çocukluğunu bilen yaşlılar, onu hatırlayan dostları, gençlik anılarını paylaştığı insanlar ve eşleri, hayatlarının bir noktasında Sébastien Castille'in anılarına sahip olan tanıdıkları onun hakkında kısa konuşmalar yaptılar, onu andılar, dualar edip ilahiler okudular. Sıra tabutu kapanmadan önce ona son vedalarını etmeye geldiğindeyse herkes rahip ile birlikte dua etmek için ayağa kalktı ve seremoni bitince bazıları ölünün yanına gittiler, birkaç kişi siyah takım elbise içindeki adamın alnını, elini; gözü yaşlı bir kumral kadın ise uzun uzun dudaklarını öptü adamın saçlarını okşayarak...

Maral Atay ayağa kalkmadı.

Oracıkta, yalnızca Juliette ile kendine ayrılan en ön sırada değil de, kilisenin cemaatten en uzak ve çıkış kapısının hemen dibindeki en arka sırasında bacaklarını birleştirmiş, dantel eldivenli ellerini kavuşturup bacaklarının üstüne koymuş bir halde öylece oturuyordu. Titizlikle topuz yaptığı saçlarına yüzünü tülle örten küçük bir siyah şapka takmış, boğazına kadar kapalı siyah elbisenin üstüne ayak bileklerine uzanan siyah bir pardesü giymişti. Boynundan sarkan zincirde iki adet altın alyans vardı. Yüzü kar beyazı, dudakları koyu kırmızıydı.

Sevdiği adamın son yolculuğunda onu beğenmesi için güzelce giyinmiş, ona süslenmişti.

Maral'ın gözleri dantel eldivenin altında kalan sol elindeki yüzükteydi. Bunu o almıştı, ona evlilik teklifi ettiğinde parmağına o takmıştı. İncecik altın yüzüğün ortasında çevresi pırlantalarla bezenmiş bir zümrüt vardı. Bu yüzüğe henüz hiç dokunmamıştı Maral; üstünde sadece Sébastien Castille'in parmak izleri vardı. Maral başı dik, bakışları aşağı doğru bu yüzüğü inceliyordu. Bu esnada ona doğru yaklaşmakta olan karaltıyı görmedi. Kısa topuk sesleri işitilebilir düzeye çıktığı an ise bakışları hâlâ zümrüt yüzükteydi.

Kadın, Maral'ın yanına oturdu ve onun siyah duvağını nazikçe geriye doğru açtı ama Maral bakışlarını milim oynatmadı. Kadın, Maral'ın çenesinden tutup onu kendine bakmaya zorladığında ise Maral'ın kendine doğrultulmuş gözlerindeki iri tanecikli yaşları fark etti.

"Tanrım, sen ne kadar güzel bir kızsın..." diye iç geçirdi yaşlı kadın. "Senin gözlerinde o bakış var."

Maral bunun ne anlama geldiğini hiçbir zaman anlamamıştı.

"Adın ne senin?"

"Adım Maral Atay."

Yaşlı kadın hüzünle gülümsedi. "Nerelisin?"

"Türk'üm," dedikten sonra hıçkırıklarına engel olamadı. "Böyle bir yerde ne işim var benim? Niye buradan gitmiyorum, ne diye buralarda sürünüyorum? Kendi vatanım yok mu benim, ana dilimi unutacak kadar zavallı mıyım, hiçbir yere mi ait değilim artık..."

Anaforحيث تعيش القصص. اكتشف الآن