XXVII: Homeros

235 21 0
                                    

«Kendini yok yere acındıran, gerçekten dertli olunca acınmamayı hak eder.» -Michel de Montaigne

Léa Blanc ile Pauline Guillot, Galeries Lafayette'in Paris Haussmann şubesinin o fahiş şaşaalı atmosferine girdiler. Kristal yıldızlarla ışıklandırılmış vitrinlerde alışveriş hastalığından mustarip Parisliyi otomatik olarak kendine çeken kırmızı pankartlarla Vente, Saldi, Sale, Venta yazıyordu. Kocaman alışveriş merkezinin tam ortasında ise devasa büyüklükte ve tavana dek uzanan parıltılı bir çam ağacı vardı.

"Ah, şu turistlerden nefret ediyorum..." diye iç çekti Pauline Guillot. Tıpkı Léa gibi, o da güneş gözlüğü ve kocaman, tüylü bir şapka takıyordu. Üstünde beyaz bir sahte kürk vardı.

"Niye ki? Sadece Işıklar Şehri'ni görmeye gelmişler."

"Eğer turistler olmasaydı burada kimsecikler olmazdı ve ben de alışverişimi sürekli arkama bakıp birilerinin fotoğrafımı çekmediğinden emin olmak zorunda kalmadan rahatça yapardım. Sokakta bile gözüme takılıyor bazen; bakıyorum biri telefonunu dik tutuyor ve frikik vermemi bekliyor... Şu turistlere baksana, görmemiş gibi para harcayıp duruyorlar. Dünyada açlık ve susuzluk boy gösterirken onlar gelmiş buralara para harcıyorlar, zaten yeterince zengin olan bir şehre daha fazla para yatırıyorlar ve sonra da kendi ülkelerine gidip eylemlere katılıyor, boykot ediyorlar. Nefret ediyorum turistlerden."

Léa'nın içine garip bir duygu oturdu. Pauline ile ilk tanıştığında zamanla kibirli ve soğuk kişiliğini gözleri önüne süreceğini tahmin etmişti, fakat yine de bu kadar abartacağını tahmin dahi edemezdi. Milliyetçilik sınırlarını aşmıştı Pauline Guillot... Léa bir gazeteci olarak bunun nedenini biliyordu fakat niçin hâlâ o adamın izini kendinde taşıyabildiğini anlayamıyordu.

"Hiç Eiffel'e çıkmadım," diye konuyu değiştirme ihtiyacı duydu Léa Blanc.

"Tamam, karlar eriyince gideriz." Yüksek topuklu kırımızı ayakkabıları parlak zeminde ses çıkarıyordu. "Belki Juliette'i de alırız."

"Juliette, hani şu..."

"Evet, evet. Ev arkadaşım."

Léa ile Pauline kısa bir süreliğine birbirlerine baktılar.

Léa, "Yaşı yeterli olsa bile düşünce bakımından henüz çok genç, Pauline," dedi sessizce. "Bundan onu istemelisin, biliyorsun. Senin olgunluğuna yetişemeyecek ve senin ona duyduğun ciddiyetin karşılığını veremeyecek, ilişkinizin farkında olmayacak."

"Evet, evet, biliyorum..." diye iç çekti Pauline Guillot ve küçük çerçeveli siyah gözlüklerini burnundan geri ittirdi. "Bu yüzden kendime hakim olmaya çalışıyorum, tutkumu ona pek göstermiyorum, sadece akıl danıştığı biriyim onun için. Juliette bana âşık değil, Léa. Onun sadece yanında olacak bir anne figürüne ihtiyacı vardı ve karşısına çıkan ilk kişi de bendim, tesadüfen nehrin kıyısında karşıma çıktı ve yetişkinliğime merak duyarak eteklerime yapıştı, bırakmadı beni. Ona yeni şeyler öğretiyorum, kabuğunu kırmasında ve dünyayla yüzleşmesinde Juliette'e yardımcı oluyorum. Dediğim gibi, annesi yok, babasıyla iletişimdeyiz, Juliette her hafta düzenli terapiye gittiği için durumundan haberdar ediyorum onu..."

"Nasıl bir adam? Juliette hayatı boyunca babasıyla yaşadı, bana biraz eski kafalı ve kontrolcü biriymiş gibi geldi. Hiç hazzetmem..." diye gözlerini devirdi.

"Yok, yok, aklıselim sahibi ve hoşsohbet bir adam, ara sıra buluşup saatlerce kültür-sanat ve edebiyat konuşuyoruz," diye kıkırdadı Pauline Guillot. "Tek geceliklere karşı olmama rağmen kesinlikle onunla seve seve yatardım; bana hiç duymadığım bilgiler veren seksi yaşlı adamlara deli oluyorum, hatta lisedeyken İngilizce hocama vurgundum," dedi hızlıca. "Ancak kör talih yine bana denk geldi; her düzgün erkek gibi körü körüne bağlandığı bir sahibi var..."

AnaforWhere stories live. Discover now