XXXV: Le vert émeraude

180 23 6
                                    

«Bedenlerimiz kelimelerimizin uzantıları olabilirler ancak, onların ne yerini alabilir ne de çürütebilirler onları.» -Amin Maalouf


Oturuyorlar, hava ılık.

"...evet, evet, o şiiri ben de çok severim!" Maral soslu antrikottan lokum gibi ufak bir parça kesip biraz kuşkonmaz aldı, yemeğini bitirmişti, "dönüp dolaşıp tekrar kendimi bulduğum o nadide şiirlerden birisidir."

Sébastien bilmiş bir gülümseme takındı, gözleri mum ışığında parıldıyordu. "Derin gökten mi geldin, uçurumdan mı çıktın, ey güzellik?" Kadehini kaldırdı. "Boşaltır iyilikle birlikte suçluluğu tanrısal, cehennemsi bakışın, şarapla bir tutarız seni bu yüzden işte."

"Rüzgârlı bir akşam gibi kokular saçarsın; yaşatırsın gözünde günbatımıyla tanı..." Maral'ın yanakları ısınmaya başlamıştı, gözlerini kırpıştırarak gülümsedi, "öpüşlerin o şerbet, o testidir ki ağzın çocuğu yiğit kılar ve ödlek kahramanı."

Chez Vous'nun kaldırımlarındaki o mum ışığıyla aydınlatılmış masada Charles Baudelaire'in şiirlerinin (ikisi de Baudelaire'i "ozanların ozanı" olarak görüyordu) her bir dizesini birbirlerine armağan ederlerken sanki kimseciklerin duymaması gereken sırlar paylaşıyorlarmış gibi iyice yaklaşmışlardı, canlı klasik müzik çalıyordu ve Maral'ın ayağı masanın altından Sébastien'ın bileğine sürtünüyordu.

"Şeytan, Tanrı, ne olursan ol, Melek, Siren," diye Maral'a yöneltti Sébastien, "ışık, uyum, ıtır, sen kadife gözlü peri, tek kraliçem — daha katlanılır bir evren sağla bana, daha hafif kıl saniyeleri."

"Pekala, Hymne à la Beauté bittiyse başka Baudelaire gelsin o zaman," dedi Maral şarabından bir yudum alırken. "Üçüncü dörtlükten başlıyorum, bakalım şiirin devamını getirebilecek misin?"

"Canisin, insan başından başlar."

Maral Sébastien'ın bu absürt tepkisine kahkahalarla güldü ve şiire başladı: "Tütsü tütsü dağıldığı zaman her çiçeğin; incitilmiş bir yürek gibi titriyor keman..."

"...İç karartıcı bir vals, baş dönmesi, uzayan! Gök hüzünlü, güzel bir sunak sonuna değin; güzel bir bunak sonuna değin." Sébastien Castille gülümsedi. "Bak, bunu da biliyormuşum."

"Mallarmé'den alıntıla, ancak o zaman senin doğru adam olduğuna inanırım," diye güldü Maral.

"Şansını zorluyorsun..." Sébastien gözlerini devirdi.

"Sen şansını zorluyorsun!"

"Sevişiriz dilersen şayet aşkı anmadan dudaklarınla, bir şeycik yapamaz bize anla susmaktan gayrı bu gülden demet. O nağmeler ki gülüşün elbet...." Sébastien Maral'ın gülkurusu gülücüğünü incelemeye dalmıştı. "Maral'ım, tatlım benim, benim seninle leksikoloji veya etimoloji veya senin uzmanlık alanın olan dil bilim konusunda baş edemeyeceğim gibi..."

"Bir de Latince."

"Ah evet, nasıl unuturum —bir de Latince— sen de şiirde benimle baş edemezsin, kabullen bunu artık."

"Ah, hüsrana uğradım, Monsieur Castille beni yine yendi," diye kirpiklerini kırpıştırarak kıkırdadı.

Sébastien koltuğu hafifçe geriye iterek ayağa kalktı.

"Ne oldu, bir yere mi gideceksin?" diye sordu Maral.

Sébastien hiçbir şey demedi, gözleri Maral'ın gözlerine sabitlenmişti. Maral yutkundu, tıpkı Sébastien gibi gülümsemeye çalıştı fakat neler olduğunu anlayamıyordu.

AnaforNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ