XXXIII: Parisien

158 22 0
                                    

«Hayat bir rüyadır; uyanınca uyuruz, uyuyunca uyanırız.» -Michel de Montaigne


Her şey bulanıktı.

Alnında minik ter damlacıkları vardı. Boynunun uzun mermer sütunundan aşağı soğuk terler damlıyor, kırmızı tırnaklarıyla omuzlarını kazıyordu. Kontrolsüzce elleri titriyordu. Başını çevirdiğinde görüntü birkaç saniye sonra yerine oturuyordu, belki de hiç oturmuyordu. Zaten koyu renkli olan gözleri artık kapkaraydı, akı kanlanmış ve gözlerinin çökmüş altı mosmordu. Göğsü sızlıyordu.

"Ver onu bana!"

Léa Blanc kafasını iki yana salladı.

"Lütfen..." Pauline Guillot'nun sesi o kadar keskindi ki bir buz parçasını dahi tek bir çığlığıyla kırabilirdi. "Lütfen... ölüyorum..." Bedeni oturduğu sandalyesinden aşağı sarkmaya, kaymaya başlamıştı. "Léa... ver onları... son bir kez..." Göz kapaklarının uçlarına iple beş tonluk ağırlıklar bağlanmış gibi hissediyordu, dudakları çatlamıştı, vücudunun suyu çekilmişti, "son bir kez..."

"Pauline, bunu yapmayacağımı ikimiz de biliyoruz," dedi Léa Blanc. Pauline'in ofisindeki iki kanadı da açık pencerenin önündeydi ve içinde şeffaf bir sıvı bulunan şırıngayla ağzına kadar dolu ilaç çantasını aşağı sarkıtıyordu.

Pauline elleriyle sertçe yüzünü ovaladı. Kendi canını yakmak istiyordu, parmaklarını saçlarının arasından geçirdi ve ince tutamlar halinde çekiştirdi. "Ölüyorum..." Tırnaklarını önce kafa derisine batırdı, sonra da onları iyice bastırarak derisinden ensesine indirdi. Derisi kanıyordu fakat artık canı yanmıyordu.

"Ben ailemi uyuşturucuya kaybettim, Pauline. Sana da bunun olmasına izin veremem."

Epeydir milim milim kaydığı sandalyesinden nihayet düşerek yere kapaklandı. Kulaklarında tiz bir ses yankılanıyordu ve her yer pusluydu, gördüklerini anlamıyor, gerçek hayatla bağdaştıramıyordu; Léa'nın bambaşka zamanlardaki aynalardan sekerek ona ulaşan sakin sesi bulanıktı. Pauline bir parmağını kulağına götürdü ve parmaklarına baktığı zaman parmağının ucunda koyu kırmızı bir sıvı olduğunu fark etti, ama ne olduğunu bilmiyordu.

"Uyuşturucu değil o, o, o, bir -bir ilaç... ilaç -ilacım o benim..."

"Bu morfin, Pauline! İyileşmeyeceksin, gebereceksin!"

"Ver onu bana... Léa..." Sesi, boğazı kocaman iki el tarafından sıkılıyormuş gibi nefessiz ve cansızdı. "Léa... onu bana ver... kovarım seni... kovuldun..."

Tekrar gözlerini açtığında Léa Blanc'un bembeyaz vücudu ona devasa bir armudu anımsatmıştı. Üstündeki örgü elbise ve kalın çoraplar Pauline'i aniden yıllar öncesine götürmüştü; gençken Pauline'in de böyle kocaman bir elbisesi vardı...

Üstüne biri eğiliyordu. Gözlerini uzun süre boyunca açık tutamadığı için en başlarda bir profil oluşturamadı çünkü her yer beyazdı ve hemen sonra karanlığa bürünüyordu. Kalbinin bütün titreşimleriyle kulağının altındaki şah damarında attığını hissedebiliyordu. Bu sefer gözlerini araladığında adamın kara gözlerini gördü ve ansızın bir çığlık atmak isteğiyle boğuştu fakat adamın saçları griydi, bu yüzden sadece nefes alıp sırtını yumuşak zemine verdi. 

"Pauline?"

Bu erkek sesi ona lisedeki İngilizce hocasının baritonunu hatırlatmıştı. On yedi yaşındayken İngilizce dersinde Émile Chastain'ın o bacaklarını titreten Parisien aksanını dinlemekten ve sınıfın köşesindeki en arka sıradan Émile Chastain'ı içeren fanteziler kurmaktan konuyu anlayamazdı. Son senesinde İngilizceden kalmak üzereyken Émile Chastain derslerin bitiminde Pauline'i yanına çağırmıştı ve bir şeyler yapmazsa seneyi tamamlayamayacağını söylemişti, Pauline ise kapıyı kilitleyip soyunmuştu ve adamın penisini ağzına almıştı, arkadaki karatahtadaysa Fornication Under Consent of The King yazıyordu.

AnaforDove le storie prendono vita. Scoprilo ora