XI: Agent Provocateur

435 39 2
                                    

«Geçmişe bakınca, yeni bir dönemin başladığı anı bulabilirsiniz genellikle; oysa o gün, yaşanırken sıradan bir gündü sadece.» -John Steinbeck


Maral Atay sabaha karşı dörde çeyrek kala Montmartre bölgesindeki apartman dairesinden içeri girdiği gibi bavullarını fırlatarak üstünü çıkarmadan tüm ağırlığını koltuğuna bırakmıştı.

Rüya görmedi.

Sabahleyin açık çamdan içeri süzülen Paris'in adı çıkmış sirenlerinin, hemen alttaki bistrodan gelen müzik ve kahkaha seslerinin, sokaktaki çöp toplama araçlarının gürültüsünün ve Sacré-Cœur'ün devasa çanlarının yankısı kulaklarında uyandı. Duş aldı, bacak tüylerine jilet vurdu, yeni iç çamaşırlarını, siyah kazağını ve siyah takım elbisesini giydi, yumurta, yulaf ezmesi ve kızarmış ekmek yedi, dişlerini fırçaladı, parfümünü sıktı, saçını pürüzsüz bir Fransız topuzuna topladı, çantasını hazırladı, uzun kabanını giyip dışarı çıktı. Metroya bindi, indikten sonra papatya çayı aldı, binaya girdiği an ise boş çay kartonunu çöpe attı.

"Ah, geldiniz mi, Madame Atay?"

"Evet, Profesör Delacroix."

"Başınız sağ olsun... Size bir haftalık mazeret izni vermiştim, niçin hemen dönmeyi tercih ettiniz?"

"Oradaki işim sandığımdan kısa sürdü."

"Umarım ailenizle hoş vakit geçirmişsinizdir."

Teşekkür etti. "Evet. Ayrıca, bu döneme zaten geç başlamıştım. Yetiştirmem gereken konular var, asistana bırakmak da prensiplerime uymuyor. Zaman kaybetmek istemedim."

"Anlıyorum..." Philippe Delacroix elindeki kağıtları masasına bırakıp yarım daire şeklindeki altın rengi gözlüklerini çıkardı ve geldiğinden beri ilk kez Maral'a baktı. "İstanbul'a gittiğinizden beri Monsieur Castille ile hiç iletişime geçtiniz mi, Madame?"

"Hayır."

"Başına gelenlerden bihabersiniz, doğal olarak."

Maral'ın midesi kasıldı ve hafifçe kaşlarını çattı. "Ciddi bir durum mu var, hocam?"

Yaşlı adam zorlanarak ayağa kalktı ve ellerini arkasında birleştirip Maral'a sırtını dönerek akvaryumundaki Japon balıklarının yem kutusunu açtı. "Programını ortaklaşa bölüşmenizi gerektiren talihsiz bir durum ortaya çıktı, özel bir sağlık sorunu. Size bizzat söylemediği için ayrıntı vermem doğru olmaz."

"Ama o iyi, değil mi?"

"Evet, tabii ki Madame Atay, kendisi harika. Şu an derste." Adam Maral'a bakmadan balıklarıyla ilgilenmeye devam ediyordu. "Bugün ikiniz Profesör Martin'in yanına gidersiniz ve ders dağılımı hakkında konuşursunuz —siz, çünkü kontratınız gereği epey az ders saatine sahipsiniz ve Castille'in durumunu da ele alırsak, profesyonel performanslarınızı olumsuz etkileyen ikinizin arasındaki bu bariz uçurumdan kurtulmamız artık hayati bir mesele. Sizler meslektaşsınız; düşman değil... Öyle değil mi?"

Maral yutkundu.

"Elbette, hocam."

Oradan çıktığında beyni, içinde irili ufaklı taşlar bulunan ve bu ağır taşların Maral'ın her hareket edişinde hassas duvarlarında tıngırdadığı su dolu küçük bir kova gibi hissettiriyor, beyninin duvarları her sesi yankı yaparak sızlıyordu. Başı ağrıyordu, hem de çok ağrıyordu. Işıklar gözlerini yakıyor, sesler kulaklarını kanatıyor, soluduğu hava tenine batıyordu. Üstünde geçirdiği bir ömür boyunca tüm cüssesini taşıyan bu iki küçük, zayıf, zavallı ayak gerçekten de onun muydu?

AnaforWhere stories live. Discover now