XX: La vie en rose

342 39 7
                                    

«Gerçeklere ulaşmak pek zor olduğundan, hayal kuralım.» -Virginia Woolf


Gramofondan La vie en rose yükseliyordu.

Alacalı uzun vitray pencerelerden farklı renklerde içeri sızan billur günışığı, zümrüt yeşili dökümlü kalın kadife perdelerden yol buluyor, geçtiği yerleri kırmızının, mavinin ve yeşilin çeşitli tonlarına büründürüyor, dünyaya kristal bir kaleydoskopun içinden bakıyormuşsunuz gibi her yere göksel yıldız tozunu bırakıyordu. Çıtırtılarla yanan taş şömineden yayılan altın sıcaklık çıplak tenini kamaştırıyor, cennetten gelen aryanın boğuk sesi kulaklarına ilahi bir dokunuş konduruyordu. Maral elinde tuttuğu mor erikten bir ısırık aldığında eriğin yakut rengi ışıltılı özsuyu dudaklarından çenesine, parmaklarından bileğine, oradan dirseğine doğru uzun ve hızlı bir yol izledi, bacağına damladı.

"Bunu gerçekten de seviyorsun, değil mi?" diye sordu.

"Neyi?"

Maral mor eriği adama uzattı ve adamın sağ eliyle bu sulu eriği elinde tutuşunu, inceleyişini izledi. "Estetiği."

"Nasıl yani?"

"Kırmızıyı."

"Evet," dedi Sébastien, "yakut kırmızısı en sevdiğim renktir..." Meyve şimdi adamın iri elindeydi ve geniş avcu kan rengine boyanmıştı. "Estetik, hayata güzel bakmaktır," diye mırıldandı ve erikten bir ısırık da kendisi aldı, "güzel görmektir. Her ne kadar güzel bir şey olmasa bile orada kendi küçük cennetini yaratmaktır, dünyaya pembe camlı gözlüklerin ardından bakıp zevkten büyülenmek —belki de sadece şarap ve koyu kırmızı."

Maral eğildi ve adamın saçlarından bir tutamı kulaklarının arkasına sıkıştırdı. "Bazen Dorian Gray'e çok üzülüyorum," diye fısıldadı eliyle Sébastien'ın yüzünün bir kenarını kavrayarak, "estetik zevk ve mükemmeliyet uğurunda kendinden vazgeçti, hep genç ve güzel kalmak için ruhunu şeytana sattı. Burada kimi suçlamalı? Gencecik bir beden, ama yaşlı mı yaşlı, yerlerde sürünen bir ruh kaldı elinde —Lord Henry midir, Basil midir yoksa o kısmetsiz Sibyl Vane mi... Bana sorarsan sadece Dorian'ın kendisiydi sonundan sorumlu olan, o bir trajik kahramandı."

"Wilde bir estetikçi olarak trajediye âşıktı, gotik olmak bunu gerektirirdi."

"Sen hangi akımı takip ederdin?" diye sordu Maral. "Yani, o dönemlerden birinde yaşama ve yazma seçeneğin olsa, hangi dönemi seçerdin?"

Sébastien güldü ve hafifçe kafasını salladı. "Bu soruyu bana soran ilk kişisin," dedi sessizce.

"Gerçekten mi?"

"Evet, evet, kesinlikle ilk kişisin..." Adam sırtını yastığa verdi, heyecanla Maral'a döndü. "Neyse ki üstünde yıllardır düşündüğüm bir cevabım var."

"Nedir peki?"

"Düzyazıdan ziyade, şiire yönelmek isterdim," diye itiraf etti ve her bir detayını aklına kazımak istermiş gibi gözlerini Maral'ın beyaz yüzünde gezdirdi, şömine alevlerinin belirgin yüz hatlarındaki dansını hayranlıkla seyretti. "Bir şair; bir halk ozanı olmak isterdim, hem de çok isterdim. Dünyayı dolaşıp insanları yazmak, tanıştığım her insana ithaf edeceğim şiirler yazmak isterdim. Yenicilerden olmayacağım kesin, bundan eminim. Belki bir romantik olurdum. Evet, evet. Gerçekten bir romantik olmak isterdim... Hayal gücü, idealler ve coşku, sonra aradan sızan o karanlık, grotesk geçmiş ve o kimsenin gitmek istemeyeceği türden perili bir köşk. Ya da bir sembolist, bilemedim."

Maral kahkahalarla güldü ve Sébastien'ın dudaklarına minik bir öpücük kondurdu.

"Sen?" diye sordu Sébastien. "Sen hangi akımdan olmak isterdin?"

AnaforWhere stories live. Discover now