XVIII: Et s'il fallait le faire

308 38 1
                                    

«Var olan her kusursuz şeyin ardında acılar gizliydi. En sıradan çiçeğin açması için dünyanın çile çekmesi gerekiyordu sanki.» -Oscar Wilde


Artık buna inanamıyorum...

Bu bir rüya olmalı...

Paris'te Opéra Garnier binasındaydılar.

Opéra Garnier'de bir gösteri izlemek üzereydiler.

Opéra Garnier'de canlı olarak Notre-Dame de Paris müzikalini seyredeceklerdi.

Sébastien Castille, konu ilk randevuya gelince, oldukça müsrif olabiliyordu.

Cathédrale Notre-Dame de Paris... Jeanne d'Arc burada yargılanmış, Napoléon burada taç giymiş, Charles de Gaulle'un cenazesi buradan kalkmıştı... Lakin Fransız Devrimi sonrasında bu orta çağlardan kalma gotik katedralin virap olup gözden düşmesiyle beraber acı bir şekilde katedralin yıkım kararı alınmıştı.

İşte tam da o an, Victor Hugo, bu sanatsal dokunun ve tarihi mirasın kaybolmaması adına eline kalemini aldığı gibi yazmaya başlar. Quasimodo isimli bir kambur, ikileme düşmüş Rahip Frollo, adını güneşten alan Phobeus ve Esméralda diye güzeller güzeli bir çingene... Roman Parislilerce öyle sevilir, öyle benimsenir ki romanın yer aldığı katedralin yıkım kararını imza toplayarak geri çevirirler ve bunun üzerine katedral eski görkemli haline geri getirilmek üzere restorasyon aşamasına alınır.

Bu katedralde yüzyıllar önce geçen, fakat her zamanki gibi, değiştirilerek romandan uzaklaşmış, yine de şahane bir öyküyü izleyecekleri Opéra Garnier'nin kapısından kol kola girdiler.

Maral'ın üstünde krem rengi bir askılı uzun elbise vardı ve neredeyse hiç makyaj yapmamış, inci küpeleri dışında hiç takı takmamıştı. Saçları dağınık bir topuzla taçlandırılmıştı ve ayaklarına sade ayakkabılar giymişti.

Sébastien ise her zamanki gibi tam takımdı. Üç parçalı siyah takım elbiseyle bordo papyonun içindeydi ve ceketinin cebindeki ipek mendili göze çarpıyordu.

Altın rengi ışığın üstünde erimiş olduğu o büyüleyici geniş taş merdivenlerden yavaş yavaş, sanki her bir saniyesini ezberlemek ve hafızasına kazımak istermişçesine heyecandan ardına dek açılmış gözleriyle çıkarken elini merdivenin taşlarında gezdirmiş, bu iki yüz yıllık mucizevi tarihi kokuyu içine çekmişti. Işıltılı avizeler, altın işlemeler, merdivenlerin hemen başındaki heykeller, şamdanlar, kocaman kolonlar ve üstlerinde devasa süslemeler, nakışlar, oymalar...

İkinci İmparatorluk döneminin estetik neoklasik mimarisi. Müthiş derecede şaşaalı ve fahiş savurgan, Le Fantôme de l'Opéra'nın doğduğu merdivenler, o mekân, aynı atmosfer —Maral onlarla aynı havayı soluyordu...

"Daha önce hiç gelmedin mi?" diye sormuştu adam Maral'ın yüzündeki mest olmuş ifadeyi gördüğü an.

"İçeriye girmemiştim!"

"Müzikali seyrettin mi peki?"

"Asırlar önceydi..."

Fuaye bölümüne girdikleri an Maral bundan ileri nerenin gidebileceğini artık bilemiyordu. Château de Versailles'ın şu ana dek bulunduğu en büyüleyici yer olduğu kesindi fakat Opéra Garnier bundan çok daha farklıydı Maral için çünkü Opéra Garnier yeni bir başlangıç demekti; Opéra Garnier onun için bir ilk randevuydu, asırlardır hasret kalınmış sevgiliye bir vuslat, iki kalbin bir olduğu anki elektrik, iki dudağın kavuştuğu ilk anki gibi tazecik ve yaşatıcıydı.

AnaforWhere stories live. Discover now