X: Pas de deux

294 36 3
                                    

«Hakikat yüzünden ölmeyelim diye var sanat.» -Friedrich Nietzsche


Ertesi sabah, Sébastien Castille, hayatında girdiği belki de en yorucu ve kuşkusuz en verimsiz geçen dersinden henüz yeni çıkmıştı. Uzun yıllardır anlattığı konuları karman çorman bir hale getirmiş, alıntıları aktarırken söylediklerinin yankılandığı bomboş bir zihinle cümlenin ortasında öylece kalakalmıştı. Vurgu kullanması gereken yerde sesi çatlamıştı ve eser tarihlerini karıştırmıştı. Dahası, kendi milletine yapabileceği en büyük saygısızlıklardan birini yapacak kadar da kendini kaybetmişti.

"1798'de Fransız İhtilali'nin başlaması sonucu..."

Anlayamıyordu.

"1798'de Fransız İhtilali'nin başlaması sonucu..."

Ona neler oluyordu böyle? Rezil bir durumdaydı. Acıdığı insanlar gibiydi, tıpkı küçük gördüğü zavallıcıklara, soysuzlara, lümpenlere benziyordu. Bir utanç kaynağıydı, ismine düşen kapkaranlık bir lekeydi, bir yüz karasıydı.

"1798'de Fransız İhtilali'nin başlaması sonucu..."

Bütün bu olanlara bir anlam veremiyordu.

Öğrencilerinden özür dileyerek dersi yarıda kesip Béatrice isimli en ön sırada oturan kızdan dersi onun devam ettirmesini istemiş, şaşkın bakışlar ve fısıltılar eşliğinde kendini koca derslikten dışarı atmıştı.

Ne kadar o koridorlarda yürüdüğünü hatırlamıyordu. Duvarlardaki bazılarında kendi yüzünün ona gülümsediği eski resimlere, birkaçında incecik italik yazıyla isminin geçtiği plaketlere bakmadan, sadece yürüdü. Nereye gittiğini, nereden çıkıp da buraya geldiğini bilmiyordu.

"Hop, hop, koca adam, nereye gidiyorsun?"

"Derse dönmeli ve kaldığım yerden devam etmeliyim, o kıza yazık, kimse Béatrice'i dinlemez, anlamazlar onu benim anladığım gibi, bu yaptığım çok utanç verici, kendimden çok utanıyorum..."

Sébastien adamın kollarının arasından sıyrılmaya çalıştıkça vücudu daha da çok gevşedi ve öteki adamın omuzlarına tutunup yürümesinde kendisine yardımcı olmasına izin verdi. Fakat Sébastien'ın yürüyecek hali yoktu, Clément'un omzundaki tutuşu kaydı ve yavaşça zemine, iki bacağının üstüne yığıldı.

"Pekala. Tamam, şimdi bana bak. Bana bakabilir misin?" Clément Baudelaire bu çok yorgun adamın yanına çöktü. "Bana bak, evet Séb, işte böyle, harikasın..."

Orada, o konumda beş dakika, belki de yarım saat boyunca hiç konuşmadan öylece durdular. Sébastien'ın ani nefes alış verişleri oldukça stresliydi. Adam gözlerini kapatmış, başını taş duvara yaslamıştı. Kaşları çatık, yüzü gergindi.

"Niçin buradasın?" diye sordu Sébastien.

"Sanat tarihinde sahne sanatları dersine giriyorum ya? Hani iki dönemdir?"

"Ne La Sorbonne'u, ne de Conservatoire de Paris'yi hak ediyorsun sen..."

Clément, arkadaşının açık havada oturmaya ihtiyacı olduğunu düşünerek, onu dışarı çıkardı ve La Palette'e girdiler.

"Ne içersin?"

Sébastien bu yabancı menüye gözlerini gezdirdi.

"Espresso."

Clément güldü. "Yıllar, hiç var olmamış gibi uzaklaşan anılar, insanı ne çok değiştiriyor..."

Kahveleri gelene kadar göz temasında bulunmadılar. Sébastien'ın bakışları aşağı yöneltilmişti -galiba saatini açıp açıp kapatıyordu, Clément ise dışarıdaki akordiyonist ile pantomim sanatçısını izliyordu. Cliché, diye düşündü Sébastien. Yutkundu.

AnaforHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin