epilogue

2.3K 156 154
                                    

Pantha rhei,
Pantha khorei,
Kai udem menei.

Her şey akar.

Her şey değişir.

Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz.

Eski Yunan, bunu biliyordu. Herakleitos bunu biliyordu. Her şeyin aktığı ve değiştiği bir durum söz konusuyken girip yıkandığımız derenin bir öncekiyle aynı olmadığı gibi; siz de aynı olmazdınız.

Birkaç ay öncesiyle aynı değildim. Kesinlikle. Bu... o Mila'yı özlediğim anlamına gelmiyordu. Çünkü aslına bakarsanız şu an dönüştüğüm Mila'dan hoşnutsuz ya da mutlu olup olmadığımdan kesinlikle emin değildim. Bildiğim tek şey o eski, korkak ve ağlak kız olmadığımdı.

Köprünün altından çok sular geçmişti.

Farklı bir düzenin içinde değildim. Birkaç hafta büyükannemle kalabilmiştim. Onu LaFayette ile tanıştırmıştım. Bunca zamandır hakkında çok fazla şey duyduğunu ama kendisiyle tanışa fırsatına bir türlü erişemediğini söylemişti büyükannem. LaFayette'i gerçekten çok sıcak karşılamıştı. Tahmin ettiğimden çok daha... iyiydi. Ona başımdan geçenleri anlatamamıştım. Buna cesaret edebilmem mümkün değildi.

Brooklyn'e giderken hayallerimin neredeyse hepsini biliyordu büyükannem. Oraya okumak için gitmiştim. İyi bir araştırma görevlisi olmak istiyordum. Beni üniversitedeki ikinci yılımın sonuna kadar okutabilmek, öğretim masraflarımın tamamını karşılayabilmek için benimle birlikte Chicago sokaklarında iş aradığı çok fazla zamanı olmuştu. En son kendisinin yaşlarına yakın Louise adında tatlı bir kadının işletmesini yaptığı pastaneye girmişti.

İşinden memnun olduğunu söylüyordu. Ama yorgun olduğunu biliyordum. Büyükannem, kendisini hiç tanımadığım annemle kıyaslandığında güçlü ve mücadeleci bir kadındı. Dünyayı tek parmağında oynatabilecek kadar cesur bir yüreği vardı. Cesur ve sevgi dolu bir yürek. Küçücük kızını başka bir adam ve ailesi için terk eden kendi evladıyla karşılaştırdığımızda, bu benim sevgili (!) annemin asla sahip olmadığı bir şeydi.

Yine de onun nasıl bir hayata sahip olduğunu merak etmiyor değildim. Beni hiç sevmemişti ki, terk edebilmişti. Bana şefkat göstermek istememişti ki arkasında bırakabilmişti. Ama bu duyguların aynılarını o adamın çocukları için hissedebiliyor muydu yoksa onları da terk edip bambaşka bir ülkede miydi bilmiyordum. Kim bilir belki bir gece kulübünde çalışıyordu. Belki de duvarlarına küf kokusu sinmiş, sıvaları dökülmüş ve kapılarının vidaları yerinde bile durmayan bir eve kendini kapatmış... yaşlanmayı bekliyordu.

Belki de o aileyle çok mutluydu.

Daha doğumumla birlikte bu hayata yenik düşmek benim için adil değildi. Şanssızdım işte. Büyükannesine bağlı, anne ve babalık duygularını çok küçük yaşta hayatta kalabilmek için köreltmek zorunda kalmış küçücük bir kızdım. Hiç tanımadığım bir yerde, hiç tanımadığım birine abi demiştim. Hiç tanımadığım birine ailemin temelini oluşturacak olan, sevdiğim adam demiştim. Onun ailesinde yer almıştım. Hiç tanımadığım biri bir süre sonra en yakın arkadaşım olmuştu ve sonsuza dek öyle kalmak için uğurlanmıştı.

Komik. Fazla insan saydım gibi.

Ne fazla ama. Sadece iki tanesi benimle birlikte.

Luke'un dayanamayıp Chicago'ya geleceğini biliyordum. Bu yüzden büyükannemle düşündüğümden çok daha az vakit geçirmek zorunda kalmıştım. İzimi kaybettirmeliydim. Okuldan bir süreliğine rapor aldığımı ve şimdi de geri dönmek zorunda olduğumu söyleyerek büyük anneme yalan yanlış şeyler anlatmıştım. Oysaki devam ettiğim bir okulum falan yoktu. Long Island Üniversitesi'ndeki felsefe eğitimimi bırakmıştım.

Lover and the Loved || hemmingsWhere stories live. Discover now