part sixteen

1.5K 167 88
                                    

Her şey gözlerime buğulu görünüyordu.

Sertçe yutkunup boğazımın ortasındaki yumruyu geri göndermeye çalıştım. Ama bu Noah'ın annesinin ve küçük kız kardeşinin ağlayışlarının uğultusu kulaklarıma dolarken gerçekten çok zordu. Brooklyn'in son zamanlarda neredeyse dondurucu olarak nitelemekten çekinmeyeceğim kadar keskin soğuğu mezarlığa hakimdi. Sis bulutları yüzeye çok yakındı, bu görüntünün normal şartlarda beni ürkütmesi gerekiyordu. Ama olmuyordu. Kalbim buz tutmuştu sanki adeta. Boş boş, en yakın arkadaşımın mezar taşına bakıyordum işte.

Her şey bu kadar da belirsizdi aslında. Bir an yaşıyorken diğer anda buna bir son verilmesi çok muhtemeldi. Biz sadece bu muhtemel gerçeğe gözlerimizi sıkıca kapatmış, yetmezmiş gibi bir de sırtımızı dönmüştük.

Noah'ı o halde gördüğümde bunu daha iyi anlamıştım. Arkadaşımın ölüm katılığındaki kanlara bulanmış bedeni, bomboş bakan gözleri, kireç gibi görünen beyaz teni, morlukları ve LaFayette'in tanıdığı birkaç Brooklyn polisiyle birlikte olay yeri inceleme ekibi geldiğinde cansız bedenini siyah torbanın içine koymaları... gözlerimin önünden bir türlü gitmiyordu.

Şimdi de öylece ona bakıyordum.

LaFayette'in gözlerinin endişeyle üzerimde süzüldüğünü hissediyordum. Luke ise elimi biraz daha sıkı kavradı, sanki acıma bir çaresi dokunabilecekmiş gibi.

Cenaze töreni hala bitmemişti. Oysaki bitsin istiyordum, ama Noah'tan sonsuza dek ayrılmak için hazır da hissetmiyordum öte yandan. Bu çok zordu. Dayanamıyordum. Uzun zamandan sonra birini kaybetmiştim. Annemin gidişini hatırlamıyordum bile ama sonuç olarak, onun kaybının ruhumda bıraktığı acıyı hep hissetmiştim. Brooklyn'e geldiğimde acılarım biraz yatışmaya başlamıştı. Burayı sevmiştim, bana iyi gelebileceğini düşünmüştüm her şeyden önce.

Benden en sevdiğim insanı alabileceğini nereden bilebilirdim ki?

Biz kalabalığın epey arkasında duruyorduk. Neredeyse bunca insanın arasında gözükmediğimizi bile söyleyebilirdim. Long Island'da derslerimize giren profesörlerden tutun Summer Buffay'e kadar herkes buradaydı.

Summer'ı gördüğümde yüreğime büyük bir ağrı süzüldü.

Henüz onu sevdiğini söyleyememişti. Kış balosuna saklıyordu bu özel anı. Şimdi...

Luke ve çetesiyle birlikte buradaydık. Noah'ın ailesi ve arkadaşlarıyla oluşan kalabalık haricinde biz çok ayrı bir kalabalıktık. Uzakta oluşumuz ne kadar dikkat çekiyordu bilmiyordum ama yakından bakacak kadar güçlü hissetmiyordum kendimi. LaFayette, Luke'u beni evimden çıkartması için azarlarken onların sözünü dinlemiş olmayı diliyordum. Noah'ı öyle cansız hatırlıyor olmak beni mahvediyordu. Ben onu hep... tanıdığım Noah olarak bilmek istiyordum.

"Arabaya gidelim mi kedicik?" diye sordu LaFayette usulca. Sürekli yanımda tetikte bekliyor oluşuna artık kızamıyordum.

Clark Lewis denilen adamın en büyük amacının beni sevdiklerimden birini öldürmekle cezalandırmak olduğunu biliyordum. Ama bu adam kimdi? Ve gerçekten bunca kalabalık çetenin arasında neden bana zarar vermek bu denli önemli olmak zorundaydı?

Luke kalçasını arabaya yaslamıştı, ama elimi tutmaktan da vazgeçmiyordu. LaFayette'in sorusu üzerine herkesin yüzü bize dönmüştü. Birkaç kişi etrafı çevrelemekle sorumluydu. Sadece bize değil, törene de göz kulak oluyorlardı.

"Seyretmek zorunda değilsin, sevdiklerimize veda etmek her zaman zorlu olmuştur," dedi Jack.

Alessia'nın bu zor zamanda bile bana olan nefretini kusmaktan çekinmediğini, herkesin üstümde olan ilgisine gözlerini devirerek karşılık verdiğini gördüğümde yakalamıştım. Michael Clifford ise sadece bakıyordu. Bazen beni seyrediyor, bazen çetedeki adamların üzerinde gözlerini gezdiriyor bazen de cenazeyi seyrediyordu.

Lover and the Loved || hemmingsWhere stories live. Discover now