part thirteen

1.8K 174 68
                                    

Odanın içinde daha fazla durmaya, aptal gibi elim kolum bağlı beklemeye dayanamadım. Üzerimi giyinip aşağıya, toplandıkları yere inmek için odadan çıktım. Ancak nasıl tembihledilerse karşıma çıkan herkes benim oraya gitmemin, daha doğrusunu söylemek gerekirse benim odamdan çıkmamın bile yasak olduğunu söylüyordu.

Kim olduğunu bilmediğim ama indiğim andan beri sürekli beni geri göndermeye çalışan adamın gözlerinin içine dik dik baktım.

"Eğer bana böyle davrandıklarını görselerdi-"

Avucunu dazlak kafasında gezdirdikten sonra sabırla bir nefes alıp verdi. Hayır, onu ezip geçmemin de imkanı yoktu. O kadar iri yapılı bir adamdı ki. Hem boyu çok uzundu hem de kasları yerindeydi. Ürkütücü görünüyordu ve ben onun yanında küçücük bir sineğe benziyordum. Elinin tersiyle bana vursa yüzüstü yere yapışırdım ama ne cesaretse indiğim andan beri susmuyor, ona karşı sürekli tehditler savuruyordum.

"Neden ben hapis hayatı yaşamak zorundayım?"

"Mila?"

LaFayette dışarıdan içeriye girdiğinde burnundan dumanlar salınıyordu. Muhtemelen sigara içmek için çıkmış olmalıydı. Beni aşağıya inen merdivenlerin önünde kendi başına koca bir barikat kurmuş adamlarından biriyle tartışırken bulduğunda gözleri şaşkınlıkla aralandı. Deri ceketinin kulaklarına kadar kaldırdığı yakasını tekrar eski haline döndürürken karşımdaki o iri cüsseli dazlak herifi karnından hafifçe geri itekledi.

"Sorun ne?"

"LaFayette dakikalardır aşağıya inmek istiyorum diye tutturdu, ben ne-"

"Finn," dedi uyarıcı bir ses tonuyla LaFayette. "Mila mahkum değil, konsepti karıştırdıysan hatırlayatayım dedim."

Adının Finn olduğunu öğrendiğim o dazlak kafa bir anda mosmor olduğunda kollarımı göğsümün altında birleştirdim. Zafer kazanmış gibi sinsi bir gülümsemeyi dudaklarıma yerleştirdiğimde gözleri beni buldu. Sert baktığını söyleyemezdim. Tam aksine, ilkokul çocukları gibi birazdan bana dil uzatıp kulağımı çekmeye yeltenecekmiş gibi duruyordu.

LaFayette elini sırtıma koyup bana yön verdi. Diğer elinin tersiyle Finn'i geriye çekip aşağı kata inen merdivenlerin önünün açılmasını sağladı.

Merdivenlerden inerken "Tanrı aşkına Mila," diyerek LaFayette söylenmeye başladı. "Bir gün başına bir bela açacaksın. Sonra da Luke neden sana göz kulak olmadım diye benim başıma bela açacak."

"Odada sıkıldım. Üstelik burnuma iyi şeylerin de kokusu gelmiyor."

"Kedi burnunu her yere sokma, benden sana dost tavsiyesi."

Dirseğimi LaFayette'in karnına sertçe geçirdim. Acıyla yüzünü buruşturmasını sağladığımda anca rahat etmiştim.

"Sen bana ne yapacağımı söyleyecek en son insansın."

"Vay canına kedicik," acıyla inledikten sonra gülümsemeye çalıştı. "Yeni bir çete üyemiz mi doğuyor yoksa?"

Gözlerimi devirdim. LaFayette ve Noah aptallıkta yarıştırabileceğim iki insandı. Ama sanırım birinciliği kendi çapımda LaFayette alsın istiyordum.

Sonunda merdivenlerin bitiminde karanlık bir koridora geldik. Avucumu buz gibi olan duvarlara yaslayıp el yordamıyla yönümü bulmaya çalışırken lambanın sensörü birkaç kez gidip geldikten sonra tamamen yandı. Sanırım birini görünce algılıyorlardı ancak.

Koridor dümdüz ve upuzun bir yolu andırıyordu. Boyası soyulmuş, sıvaları dökülmeye başlamış gri duvarların arasında o soğuk atmosfer usulca dans ediyordu adeta. Burayı nereden bulduklarını bilmiyordum ama neden kullandıkları sorusunun cevabına fazlasıyla tatmin edici yanıtlar bulabiliyordum. Bir kere terk edilmiş olması ve de Brooklyn'in en ücra, hiç kimsesinin (çeteler haricinde) ayak basmayacağı yerlerden biri olması yeterliydi. Artık bizi öldürmeye çalışan adamlar her kimlerse, beni evimde bulup da yarım bıraktıkları işi devam ettiremeyeceklerdi. Çünkü zaten bir orduyla gelmiştik. Bu kadar insanın etrafımda olduğu bir mekanda beni tekrar ezmeye çalışmaları onlar için fazla dramatik bir olurdu. Kaldı ki Luke onlara da kibar olmayan bir üslupla hadlerini bildirmişti.

Lover and the Loved || hemmingsWhere stories live. Discover now