part seventeen

1.7K 167 55
                                    

Jack'in evi Brooklyn'in neredeyse çıkışında kalıyordu. Hava gerçekten buz gibiydi. Kış güneşinin zaten ısıtmak gibi bir işlevi yoktu, ışıkları cılızdı ve parladığını bile söyleyemezdim. Ama orada duruyordu işte. Sözde hava güneşli denilirdi fakat parlak bile değildi. Belki birkaç saate gökyüzünü kapkara bulutlar çevrelerdi ve çok vakit kaybetmeden sağanak yağmur bastırmaya başlardı.

LaFayette, arabayı Jack'in tek katlı, dış cephesi beyaz boyalı evinin önünde durdurduğunda Marie olduğunu düşündüğüm oldukça genç ve güzel görünen bir kadın bizi sokak kapısının önünde karşıladı. Yanında da ufak bir kız çocuğu vardı. Marie'nin eli kızının omzundaydı ve kızı annesinin bacağına yaslanmıştı. Göz ucuyla LaFayette'in yanındaki koltukta oturan Jack'e baktım. Onları gördüğü için neredeyse içinin kıpırdadığını düşüneceğim kadar heyecanlı görünüyordu.

Babamı neredeyse hiç hatırlamadığımı fark ettim o anda. Annemin de yüzünü unutmaya başlamıştım. Sesini zaten unutalı uzun zaman olmuştu. Ne uzun zaman ama...

Luke neye içlendiğimi anlamış gibi kucağımda bekleyen ellerimden birisini sıkıca tuttu. Ama bu temasımız çok uzun sürmedi, arabadan inmek zorunda kaldık. Jack misafir olarak onlara geleceğimize dair Marie'ye haber vermişti. Muhtemelen bunun için kapıda karşılama nezaketi göstermişti.

Arabadan indik. LaFayette gülümseyerek omuzlarımdan tutup şakasına beni sarstı. Sonra kolunu omzuma atıp beni kendisine çekti ve sarıldı.

"Senin boyun mu kısaldı?"

"Evet LaFayette," dedi Luke alayla. "Kız sıcak suyla banyo yapınca senin atletlerinde olduğu gibi çekiyor."

LaFayette, Luke'un alayına karşılık sadece gözlerini devirdi. Jack'in kızı Ronnie (Jack adını seslendiğinde öğrenmiştim) annesinin elinin altından sıyrılıp koşarak babasına sarıldı. Ama bu sarılma da çok kısa sürdü. Ronnie'nin iri gri gözleri Luke ile buluştuğunda babasının kollarından sıyrılarak Luke'un açtığı kollarına atladı.

Jack, bu sırada beni Marie ile tanıştırdı. Marie o kadar güzel bir kadındı ki... altın sarısı, uçları bukle bukle olan saçları, büyük kahverengi gözleri ve çekingen ama masum bulduğum gülüşüyle gerçekten kendisine hayran bırakıyordu sadece.

"Marie bu Mila," dedi Jack beni işaret ederken. "Son bir yıldır hepimizin ismine epey aşinası olduğumuz Mila."

LaFayette güldü. Marie de gülümsedi. Ben tam elimi uzatacaktım ama bunu boşverip, kollarını etrafıma doladı. Birilerine çok sık sarılmazdım, birileri de bana çok sık sarılmazdı. Genelde herkes dışarıdan bana ilk baktığında çok soğuk bir kız olduğumu söylerdi. Yani... ilk kez tanışıyor olduğum insanlar için biraz çekingen olurdum evet ama bu dost canlısı olmadığım anlamına da gelmezdi. Fakat LaFayette ve Noah dışında bu genellememin üstünü kara kalemle çizmeye yetecek bir isim daha eklendi, Marie.

Marie geri çekilirken gülümsemeye devam ediyordu. Cenaze olduğunu ve kimin cenazesi olduğunu bildiğinden, biraz daha uysal davranmaya çalıştığını hissedebiliyordum.

"Luke'un anlatıp durduğundan bile daha güzelsin."

Şaşkınlıkla Luke'a baktım. Kucağında tuttuğu Ronnie'den dikkati dağılarak Marie'ye, sonra da bana baktı. Yakalanmış olduğu için beyaz teninde kırmızılıklar oluşmaya başlamıştı. Bunu sevimli bulmuştum. Luke Hemmings'in utandığı anlara sıklıkla şahit olunmadığını biliyordum.

"Teşekkür ederim," diye mırıldandım sessizce. "Ve... tanıştığıma çok memnun oldum."

Luke sadece beni hayranlıkla seyrediyordu. Kucağındaki Ronnie bana bakarak kıpırdanmaya başladığında dikkatim tamamen ona kaydı. Jack onu evlat edindiklerini söylemişti ama zaten söylemese de, haddim olmadan bu ihtimali aklımdan geçirebilirdim. Çünkü Jack ve Marie beyaz tenliyken, Ronnie melez diyebileceğim kadar esmerdi. Saçları siyaha dönüktü ve kıvırcıkları göz kamaştırıyordu.

Lover and the Loved || hemmingsWhere stories live. Discover now