part eight

2.1K 179 34
                                    

Luke'un yanındaki koltuğa sessizce sindiğimde gözlerimi kapatıp derin bir uykuya daireme varmadan önce dalmak istedim. Ama barda olanlar, tüm yorgunluğuma rağmen aklımdan çıkmıyordu. Birbirimizi öperken veya Luke'un dokunuşlarıyla inlediğimde o anın büyülü dünyasından içeriye girdiğim için neredeyse hiçbir şey umrumda değildi.

Ama şimdi hatırladıkça kızarmama engel olamıyordum.

Neyi düşündüğümü anlamış gibi gülümsedi. Bir eli direksiyonu rahatlıkla kavramış, gittiğimiz yola göre yön verirken diğer eli kendi tarafında hafifçe araladığı penceresinden dışarıya sarkıyordu. Ellerinin yerini değiştirip sarkıttığı elini direksiyona koydu, diğerini de çantamın üstünde tuttuğum elimin üzerine. Önce tuttuğu elime, sonra da dikkatle yola diktiği ama arada bana bakmayı ihmal etmediği mavilerine baktım.

"Yarın da okulun var mı?"

Başımı iki yana salladım. Parmaklarımız birbiri arasından kayıp kenetlenirken hala bu durumu içten içe garipsediğimi fark ettim. Ne olduğumuzu bilmiyordum.

"Yalnızca öğleden sonra teslim etmem gereken bir sunum var, o kadar."

"Mezun olduğunda büyükannenin yanına geri dönecek misin?" Sorusuna gerçekten tatmin edici cevaplar istiyormuş gibi bir bakış attı. "Chicago'ya yani."

Açıkçası bana sorduğu sorunun cevabını ben bile bilmiyordum. Hayatıma bu şekilde girmeden önce elbette Brooklyn'de kalıyor olmamın benim için bir mantığı olmayacaktı. Pekala da burada bir düzen kurmuş olabilirdim ama büyükannem artık bazı konularda yardım talep edecek kadar yaşlanmıştı. Birinin onun elinden tutması gerekiyordu ve zaten, Long Island Üniversitesi'ne geçiş yaptığımdan beri kendisi her ne kadar bunun bir sorun olmadığını söylese de; aslında yalnız kalmak onun adına gerçekten bir sorundu. Büyükanneme karşı vefasızlık yapmak isteyeceğim en son şeydi. Beni o büyütmüştü.

Genzimi temizledim. Bu garip bir ikilemdi. Bir yanda Luke, diğer yanda da büyükannem vardı. Luke Brooklyn'i tepeleyip de benim olduğum yere asla gelemezdi çünkü burada benden daha kalıcı bir düzeni vardı. En basitinden LaFayette olmadan artık her ne iş yapıyorlarsa, onsuz devam ettiremezdi.

"Bilmiyorum..." dedim sessizce. "Henüz etraflıca düşünmedim."

Arabada biraz sessizlik oldu. Luke'un belirsiz cevabım üzerine huzursuzlandığını görebiliyordum. Beni anlayışla karşılamasını bekleyip beklemediğimden de emin değildim üstelik.

"Beni bırakmanı istemediğimi söylediğimde, bu senin için bir şey ifade etmiş miydi?"

Başımı tamamen çevirip ona baktım. Dikkatini trafikten koparmamak için benimle tamamen göz göze gelemiyordu ama sinirlendiğini anlamak için gözlerine bakmama ihtiyacım yoktu. Çenesindeki kemik birkaç kez seğirmişti ve bunu yakalamıştım.

"Luke... gideceğimi söylemedim." Avuçlarım arasındaki elini rahatlaması için daha çok sıktım. "Düşünmediğimi söyledim sadece. Henüz çok erken."

"Nereye gidersen git peşinden geleceğim. Bu bir gerçek," bakışlarını bana çevirdi. "Ama sürekli birlikte olmamız gibi aynı olmayacak. Brooklyn benim evim, burayı bırakamam."

Kaşlarımı çattım. "Bir şey mi söylemeye çalışıyorsun?"

"Hayır, Mila-" Öfkeyle önümüzdeki ilerlemeyen arabalara hareketlenmeleri için kornaya bastı. Sinir bozucu ses bir ara aramızdaki atmosfere uzunca hakim oldu. Arabalar yollarına devam ettiklerinde Luke, avucunu kornanın üstünden çekti. "Neden söylediğim her şeyi yanlış anlayıp sinirleniyorsun?"

"Uzak olacağız ayrılalım türünden bir konuşma yapmaya çalışıyordun çünkü."

"Ne?" Luke, hayretle bana baktı. Elimi elinden çekip kollarımı birbirine bağladım ve daha fazla yüzüne bakmadım.

Lover and the Loved || hemmingsWhere stories live. Discover now