19.BÖLÜM (Kan)

6.1K 340 13
                                    

Üzerime rahat birşeyler giymek için dolabımın kapağını açtığımda bana bakan bir çift meraklı gözlerle karşılaştım.

Eşofmanlarımı giydiğimde Hira "Kiminleydin?" diye sordu. "Ayrıca okulada gitmemişsin" dedi.
Ona bakmadan kısaca "Savaşlaydım" dedim. Hafifçe gülümseyerek odadan çıktım. Arkamdan sinirle baktığını hissedebiliyordum. Odadan çıktığımda gülümsemem yüzümden silinirken "ben ne yapıyordum böyle" diye düşünüyordum. Savaş için kuzenimi üzmeye değmez ama Hira'nın Savaş'a asılması gerçekten zoruma gitmişti.

Akşam yemeği hazırlıkları bittiğinde ailecek yemeğe oturduk. Zeliha abla yemekleri servis yaparken bende anne ve babamı izliyordum. İkisininde yüzünde sahte bir gülümseme var. Evimizde Hira olduğu için böyleler sanırım. Rol yapmak zor olmalı...

Yapılan sohbetlere ara ara katılsamda aklım Savaştaydı. Nasıl bakacaktım onun yüzüne?
Üstelik okulda bizim kavgamıza şahit olmuştu. Desene bir hafta boyunca dedikodu listesinin başını ben çekeceğim. Her ne kadar işin içine alayı katsamda dedikodular bende kusma hissi uyandırıyordu. Hayatımda her zaman başkalarının düşüncelerine önem vermişimdir.

Sandalye sesiyle kendime geldim. Başımı tabağımdan kaldırıp baktığımda babamı masadan kalkarken gördüm. Bize afiyet olsun deyip mutfaktan çıktı.

Tabağımdaki yemekleri kurcalarken annemin bana baktığını hissettim. İnatla tabağımdaki yemeklerle uğraşırken annemin hafif öksürük sesini duydum. İşte bu bir uyarıydı.

Çatalımı yavaşça bırakıp ona baktım.
"Bugün okula gitmemişsin kızım" dedi. Tam ağzımı açmış kendime savunma hazırlayacaktım ki Hira ağzını gere gere "Aaa evet o bugün Savaşlaydı" dedi.

Ben Savaş yüzünden ona haksızlık ettiğimi düşünüp kendime kızarken onun yaptığı beni çok şaşırtmıştı. Ona baktığımda hala yemeğine devam ettiğini gördüm.

Anneme bakıp "Evet Savaşlaydım" dedim.

Annen hafif gülümseyerek "Pekala yalnız olmamana sevindim ama okuldan kaçmanı doğru bulmuyorum" dedi. Hira hafifçe öksürerek masadaki bardağı tepesine dikti.

Annemin Savaş'a olan, nedenini çözemediğim ilgisinin işime yarayacağını düşünmemiştim doğrusu.

Yemek faslı bittikten sonra Hirayla odama çıktık. Odaya atıştırmalık bir şeyler getirirken bir yandan da Hira bana geldiği şehri yani Ankara'yı anlatıyordu. Ankara'ya daha önce iki kez gitmiştim. Orada yaşadığı olayları anlatırken saatin ne çabuk iki olduğunu anlayamamıştık. Hirayla vedalaşıp yatmak için aşağı ineceğim sırada beni tutup yatağa çekti. Aramızdaki gerginlik azalsada kalkmak için tekrar yeltendim. Beni tekrar yatağa oturttuğunda yüzüne baktım. Süt dökmüş kedi gibi bakıyordu.
Sessizce "Özür dilerim" dediğini duydum.
Ne için özür diliyordu? Savaş'a asıldığı için mi? Beni aşağıda ispiyonladığı için mi?

Aslında birinci seçenek için özür dilemesine gerek yoktu. Tamam Savaş'a asılmasına kırılmıştım ama kendime hatırlatmam gereken şeyi hep unutuyordum. Bizim aramızda anlaşma var!

Hiranın ellerini üzerimden çekip ayağa kalktım. Gözlerindeki kırılmışlığı umursamadan elbise dolabıma doğru yürüdüm. Arkam dönük olduğu için yüzümü göremiyordu. Eşofmanlarımı çıkarıp gri geceliklerimi üzerime geçirdim. Gülümseyerek yatağa doğru yürümeye başladım. Merakla beni izlerken yaşadığı şaşkınlık bariz ortadaydı.
Muhtemelen gideceğimi zannetmişti. Yatakta sıkışsakta arkamdan sarıldı. Güzel bir uyku ve gün geçirmek için dua edip gözlerimi kapattım.

***

Kumların üzerine oturmuş dalgaların bana çarpışını ve çıkardığı o huzurlu sesi dinliyordum. Bulutlar gökyüzünü kapatmıştı. Kulağıma müzik sesi dalgalarla birlikte benzeri olmayan bir melodi gibi geliyordu. Rüya veya gerçegin bilincinde değildim. Rüzgarın uğultusu bende titreme yaratırken uçuşan saçlarımı düzeltme gereği duymuyordum.
Dalgalar belime kadar yükselirken sudaki karaltıya dikkatimi verdim. Sadece gittikçe büyüyen karanlığa bakıyordum. Normalde kaçıp sudan çıkmam gerekirken ben toparlanma ihtiyacı bile duymuyordum. Ayaklarıma doğru yaklaşan siyah bulanıklık denize petrol dökülmüş gibi simsiyahtı. Bacaklarıma yumuşak dokunuşlar bırakan yosunları hissederken gökyüzününde denizle beraber siyahlaştığını gördüm. Denizin seviyesi göğüs hizama gelirken nefesim çoktan daralmaya başlamıştı. Müzik sesi hala devam etsede denizin debinden gelen seslere kulak vermeye çalıştım. Sanki zincirlenmiş gibi kıpırdamadan sesleri daha net duymaya çalıştım.

Birçok çocuk sesinin aynı anda "Boğulacaksın" "Boğulacaksın" diye bağırdığını duydum. Bedenim hala tepki vermezken seslerin yankıları gittikçe artarak devam etti.

Sudan çıkmaya çalışınca denizdeki sular yok olup siyah bir toz gibi etrafıma dağıldı.

Gözlerimi açtığımda Hira yanımda uyuyordu. Odadaki müzik sesini fark edince irkildim. Rüyamdaki ses bu ses!

Ses odamda tekrar yankılanınca telefonumdan geldiğini anladım. Müziği duyunca rüyamdaki soğuk su ve bacağıma dokunan yosunlar aklıma geldi. Ayaklarımı hızla yatağın içinde toplayıp kollarımı etrafına sardım. Zil sesinin nasıl değiştiğini umursamayarak telefonumu alıp odadan çıktım.

Kayıtlı olmayan numarayı görünce tereddütle açtım.

-"Efendim- Alo"
desemde ses gelmedi.

Tam kapatmak üzereyken karşıdaki kişinin Ada dediğini duydum.

Telefondaki ses yabancı gelmesede kim olduğunu anlayamamıştım.

-"Kimsiniz?"

- "Benim Cem" dedi. Sesi acı çekiyormuş gibi zor çıkıyordu.

-"Cem n'oldu sesin neden böyle geliyor?"

Uykum bir anda gitmişti.

"Nerdesin?" diye sordum endişeyle.

Saat sabahın altısıydı. Başına ne gelmiş olabilir diye düşünürken bir yandan da verdiği adresi alıyordum. Üzerime birşeyler giyip şapka ve kabanımı alıp evden çıktım. Yaklaşık 10 dakika taksi bekledikten sonra nihayet sokağa yaklaşmıştım. Taksiden indiğimde merakla etrafımı süzdüm. Böyle ürkütücü ve terk edilmiş yerde ne işi vardı acaba. Telefonum çalarken zil sesine lanetler yağdırdım. Savaş'ın aradığını görürken içimden çığlıklar atıyordum. Ne diyeceğim?

Bugün okul var ve beraber gidiyoruz. Telefonu açsam ne diyebilirim açmasam evde olmadığımı öğrenir. Titreyen sesimle "Efendim" dedim.

-Nerdesin?

Sert sesi olmayan cesaretimin son demlerini yaşatıyordu.

-"Şey birkaç birşey almam gerekti de dışarı çıktım" dedim. Bir yandan da sokak sokak geziyordum. Nerde bu çocuk!

-"Pekala"

Dıt dıt dıııt...

Suratıma kapatmasıyla şaşkına uğrasamda aldırmadım. Kapatması şu an daha iyi.

Sokakta yürümeye devam ederken ilerde yere uzanmış birini gördüm. Koşarak yanına gittiğimde küçük bir çığlık attım. Gözlerim dolmuştu ve ne yapacağımı bilmiyordum.

CEM!

Yüzü kandan görünmüyordu. Dişleri, dudağı, burnu kan içerisindeydi. Alnında ve yanaklarında çizikler vardı.
Uyanık mı diye yüzüne dokunurken avucumun için çoktan kanla boyanmıştı. Gözlerimden yaşlar akarken hıçkırıklarım sokakta yankılanmaya başladı. Soğuk havanın zıttı olan sıcak kandan buharlar çıkıyordu. Hemen cebimdeki telefonu çıkardım. Ayağa kalktığımda Cem'in başını yasladığı duvar dikkatimi çekti.
Duvara bozuk bir el yazısıyla SAVAŞ ULUSOY yazıyordu. Yazının kanla yazıldığını ve kanların duvardan aşağı doğru aktığını fark ettim. Telefon elimden düşerken elimdeki kanı silmeye çalışıyordum.

İşte o an ellerim soğuktan değil korkudan titremeye başladı...

SİYAH MEŞALE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin