vingt

220 26 9
                                    

 Güzel bir yemek, sıcak bir duş ve şekersiz kahvemi de hazırladıktan sonra çalışma masamın başına oturdum. Daha önce yapamadığımı düşündüğüm için ağladığım çok ödev vardı. Onların üstesinden gelmemi ölmeden önce babam sağlamıştı. 

 İkinci sınıftayken bana yardın etmesini istemiştim, aslında ödevimi yapmasını beklemiştim. Çünkü anneme gittiğimde genelde böyle olurdu ve ben hep ödevini yanlış yapan çocuk olurdum. Kendim yapmam için bilerek yanlış yaptığını düşünürdüm eskiden, meğer annem cidden beyni zayıf biriymiş. 

 Buna karşın babamda çok zekiydi ve bana şöyle demişti. "Unutma, sen bir insansın. Bu ödevi veren bir insan. Bu ödev denen şeyi var eden de bir insan. Peki söyle şimdi, bunu onlar yapabildiyse eğer sen niye yapamayasın?" O cümleden sonra her şeyi başarabilecek gücümün olduğunu biliyordum. Ve bütün ödevlerimi yapabildiğimi düşündüğüm için yapıyordum. Böylece en başarılı öğrenci oluyordum. Ve bu alıştığım başarı kariyerimi sapık profesörüm bozamayacaktı.

 Anı bulutlarım kaybolduktan sonra ödevi araştırmaya ve bulduklarımı biriktirmeye başlamıştım. Ve neredeyse hiç sonuç yoktu. Biraz ansiklopedi karıştırmalıydım. Okulun kütüphanesine gittim ve gördüğüm tüm insanlar bana bakıyordu, onlara aldırmadan araştırmama devam ettim. Çok geçmeden uykum gelmişti ve çok sıkılmıştım. Dünyanın en bulunmaz ve sıkıcı konusu bu olsa gerekti. 

 Bir an profesörün sözleri aklıma geldi. "Eskilerden bilinmeyen bir konu." Demek eskiden mezun olan biri bunu yapmıştı. Aslında kopyadan nefret ederdim. Çalıştığın sürece her şeyi yapabilirdin. Ve çektiğin kopya seni sadece o sınavdan geçirirdi. Sana bir bilgi katmazdı. Ama çok mecbur olduğum için bu projeyi ödünç alabilirdim. Geri yerine koyardım. Sadece bilgileri alır ve cümleleri de değiştirirdim. Kimse bir şey anlamazdı. Evet, bunu yapacaktım. Ama önce projeyi almak için profesör yardımcısının yardımına ihtiyacım vardı. Ne de olsa yardımcıydı, yardım etmeliydi! Gidip Mike'ı bulmalı ve konuşmalıydım. 

 Hızlı adımlarla kütüphaneden çıktım ve oyun odasına doğru yol aldım. Bu arada o neden saçlarını siyaha boyatmıştı? Bu şuan projeyle ilgili olanlar ve hatta olacaklardan bile daha çok merak ettiğim bir şeydi. Yani çok yakışmıştı, zaten öyle bir kafası vardı ki, her renk olağanüstü duruyordu. 

Ama neden siyah? Diye düşünürken öyle dalmıştım ki, birden bire karşıma biri çıkmıştı ve kötü bir çarpışma sonucu kendimi yerde bulmuştum. Bunun aksine çarpıştığım adam sapa sağlam ayakta duruyordu. Ayaklarını gördüğüm cüsseden gelen ses kulaklarıma fazla aşinaydı. Olamaz bu Micheal'dı!

"Birden bire insanların önüne çıkma." Ses tonu daha çok ders verir yada kızar gibi değilde rica eder gibiydi. Bu son şansımdı ve ben bunu da batırdım.

"Ben değil, sen benim önüme çıktın." Dedim ayağa kalkarken. Aptal Imelda!

"Sen bilirsin." Dedi ve yürümeye devam edecekken kolundan tutup çektim. "Dur, lütfen. Konuşmalıyız!" Bana döndü o baygın bakışını gösterip basitçe "Hayır." Dedi ve hızla kolunu çekip daha da hızlı bir biçimde yürümesine devam etti. Sanırım onu da yenmem gerekiyordu. Madem yardım etmeyecekti bende anahtarı cebinden alacaktım. Ve her şeyi kendim yapacaktım. Duygularımı toparlayıp, Michael Clifford'un peşinden gittim.



Covered In The Colours. / Michael Clifford.Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ