seize

303 30 16
                                    

 Odama gittiğimde kendimi çok halsiz hissediyordum. Kıyafet alıp, hemen bir duşa girdim. Sıcak su Mike'ın bıraktığı izleri silemiyordu. Kendime geldiğimi hissettiğimde suyun altından çıkıp, kurulandım ve banyoda giyinip, yurt odama geri döndüm. Sıcak bir şeyler içip, uyuma kararı aldığımda, kendime poşet çay yapmak için aşağı indim ve yurdun termosunu alıp, işimi çabucak hallettim. 

 Çayımı içerek odama çıktığımda ödevlerimin olduğu ve projemi bitirmem gerektiği aklımda tilki gibi dolanıyordu. Bunu umursamadım ve bardağı komodinin üzerine bırakıp, yatağıma girdim. Uykuya teslim olmadan önce saate baktım. 

 Gözlerimi açtığımda kendiliğimden uyanmış olmanın verdiği huzurla gerinleşirken saati görmemle şok geçirmiştim. 14 saattir uyuyordum ve nefes alamıyordum. Burnum dolmuştu, gözlerim bulanık görüyordu, halsizdim ve başım ağrıyordu. Kesinlikle grip olmuştum. Ama nasıl olur? Dinlenmiştim! Haksızlık bu. Normalde böyle olmazdı. Telefon çalana kendime söylenmeye devam ettim.

"Alo."

"Imelda, neredesin? İlk ders neden yoktun?" 

"Grip olduğum yetmiyormuş gibi uyuyakalmışım. Bir dakika, cümleyi ters kurdum."

'Sen hep böyle uyuya mı kalırsın?"

"Gelip bana bakmalısın. Hasta Imelda'yı iyileştirmek senin görevin, Mike." Neler diyordum ben böyle?

"Asıl sen bana bakmalıydın ama neyse bekle geliyorum." Diyen Michael telefonu kapatmıştı. Neye bakmam gerektiğini merak ederken ayağa kalkmayı denedim ama sonra vazgeçtim çünkü hiç halim yoktu.

 Neyse ki Mike hemen gelmişti ve fazla beklememiştim. Üstelik bana sürprizler de getirmişti. Elinde küçük sıcak tatlılar iki kap kahve ve bir pembeye boyanmış saçları!

"Aman tanrım Mike!"

"Evet?" Dedi ve servis yapmaya hazır bir garson gibi kolunu büküp gülümsedi. 

"O saçlarda ne öyle?" Diye sorarken istemsizce doğrulmuştum. 

"Beğenmedin mi?" Diye sorarken suratına tatlı bir üzülme yerleştirmişti. 

"Hayır, çok güzel olmuş. Sadece ne zaman yaptığını sordum." 

"Dün sen gittikten sonra yaptım. Zaten sarılar geri gelmişti. Boya akmasına dayanamıyorum hemen yeni renk atıyorum." 

"Her renkle harika görünüyorsun." Dediğimde şapşal ifadelerle bana bakıp gülümsemişti. Ama doğruydu bugüne kadar onu 5 renkle görmüştüm. 

Sarı.

Mavi.

Kırmızı.

Yeşil.

Pembe.

 Hepsiyle de olağanüstüydü. Belki de ona aşık olduğum için öyle görüyorumdur. Ama her türlü mükemmeldi.

Ben yatağımda otururken getirdiği poşetleri açtı ve aldıklarını paketinden çıkartıp, önüme sundu.

"Sen bana böyle bakarsan ben çabucak iyileşirim."

"Eğer sürekli hasta olmazsan sana hep böyle bakarım." Dedi. Kıkırdarken elimi ağzıma götürdüm. Ve eline bir tatlı alıp, "Hadi ye şunlardan." Dedi. Ağzıma doğru havadan gelen tatlıyı yediğimde "Aferiiiin." Diyen Michael Clifford bir kez daha kıkırdamama neden olmuştu.

 Birlikte yeyip, içerken bir yandan da derste işlediklerini konuşmuştuk ve ben kendimi biraz daha iyi hissetmeye başlamıştım.

Konu dönüp dolaşıp yine profesöre gelince aklıma yapmadığım proje ödevim gelmişti. 

"Olamaz!" Diye çığlık attığımda Michael gözlerini kocaman açıp bana bakıyordu.

"Ne oldu?'

"Proje ödevim. Artık yapmazsam profesör beni mahfedecek!" 

"Sakin ol, onunla konuşurum."

"Hayır! Ben hastalığının arkasına saklanan zavallı biri değilim."

"İstersen biraz dinlen ve sonra yapmaya başla, ha?"

"Tamam." Dediğimde Michael anlıma masumca bir öpücük kondurmuştu ve çöpleri toplayıp beni dinlenmem için yalnız bırakmak adına odadan çıkarken kafasını kapı arasına sokup, dil çıkarmış ve gülerek el sallamıştı.

 O gittikten sonra daha fazla dinlenmek istemediğimden kendimi zorlayarak kalktım ve masaya geçip ödevi yapmaya başladım. Üzerime çöken ağırlığın ve ağrının haddi hesabı yoktu. Bütün var gücümle direndim ama en sonunda yine uykuya teslim oldum.






Covered In The Colours. / Michael Clifford.Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang