Bölüm 18 (Ryan'ın gözünden)

144 15 2
                                    

Onu özledim.

Onu çok özledim.

Onu gerçekten çok özledim.

Kasımın altısı, yani 221 gün olmuştu.

Her geçen gün ya Angel'ı unutursam diye korkuyordum. Genelde söylediği şeyleri ve saçının tam rengini unutmaya başlamıştım bile. Asla unutmak istemiyordum, sonsuza dek hatırlamak istiyordum.

Bugün onun burada olmasını dilediğim günlerden biri. Bütün günüm, hayatımda olup bitenleri düşünmekle geçmişti. Hiçbir şey yapmamayı özlemişim, bir de onunla her şeyi yapmayı tabii. Bugün onunla koltukta oturmuş film izliyor olabilirdik. Ya da beraber pizzacıya gidebilirdik. Tanrım onu çok özledim.

Küçükken her şeye gülen yüz çizdiğim günleri hatırlıyorum. O sıralar etrafım gülen yüzlerle çevriliydi. Fakat şimdi ise üzgün yüzlü biriyim, etrafım da üzgün yüzlerle çevrili.

Bundan nefret ediyorum.

O benim üzülmeme izin vermezdi, beni her ne olursa olsun mutlu ederdi. O mutsuzluk denizindeki tek mutlu yüz olabilirdi.

Ayrıca eğer sizi mutlu edebilen tek insan artık yanınızda değilse, bu dünyanın sonuymuş gibi hissettirebiliyor.

Her şeyin bu kadar çabuk değişebilmesi çok tuhaf. Bir an aşırı mutlu olabilirsin, fakat daha sonra aşırı mutsuz da olabilirsin.

Mutsuz, mutsuz, mutsuz.

Bu bana artık bir kelime gibi gelmiyor bile.

Başka ne tuhaftır biliyor musunuz? Hayat. Kimsenin yaşayacağı kesin değildir. Fakat hepimizin bir gün öleceği kesin. Bu, hayattaki garantili tek şey. Bir gün herkes ölecek. İnsanların hayatta yaşamayı istemedikleri tek şey de budur.

Bazen Angel yaşasa kaç yıl daha yaşardı diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Ya da hala beraber olur muyduk. Mezun olduğumuzda ne yapardı. Bunlara asla cevap alamayacağım.

Ayrıca eğer hala yaşasaydı ben nasıl bir halde olurdum, bunu da hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. Öyle olsa, burada olmazdım. Bir deftere içimdekileri dökmezdim. Onları birine anlatırdım, çok büyük ihtimalle Angel'a.

Beni dinlerdi.

Ne kadar üzgün olduğumu dinlerdi. Hayatımdan ne kadar nefret ettiğimi dinlerdi. Her şeyi nasıl elime yüzüme bulaştırdığımı dinlerdi. Bu durumda ne yapılacağını söylerdi, hep öyle yaptı.

Ama işte buradayım ve hiçbir şey söylemiyorum.

Üzgünüm.

Çabucak elimle, yanağımdan süzülen gözyaşlarımı sildim ve defteri kapattım. Gözlerimi tamamen kapatıp başımı ellerimin arasına aldım. Ağlamak istemediğim için başımı salladım.

Bundan nefret ediyordum.

Burnumu kaşıyıp, derin bir nefes aldım.

Angel'ın bir daha hiç yapamayacağı bir şeydi bu.

Bu tür şeyleri düşünmekten nefret ediyordum. Çünkü bana verdiği tek şey üzüntüydü.

Angela'nın proje ödevi aklıma geldi. Beni nasıl seçtiğini merak ettim. Elbet belirli sebeplerden dolayı beni seçmişti. Mesela konuşmayışım ve yüz ifadelerimden dolayı olabilir. Beni ilginç olduğum için seçmedi. Ben mahvolmuş biriyim, işte bu gerçek ben.

Bana ilginç sorular bile sormadı. Bunlar sadece benimle ilgili arkaplan bilgileriydi. Belki de ona anlatmayacağımı düşündüğü için bana kişisel şeyler sormadı.

Birkaç hafta öncesinde olsak ona muhtemelen hiçbir şey anlatmazdım. Ama şu an tam olarak emin değilim.

Angela'yla ilk tanıştığımda, onunla hiçbir şey yapmak istemiyordum. Onu görmek, duymak veya onunla ilgili hiçbir şeyi istemiyordum. Ondan çok nefret ettim. Olayların bu kadar çabuk değişmesi çok tuhaf. Artık ondan nefret etmiyorum, yine de onu sevip sevmediğime de emin değilim. Onun yanındayken rahatsız oluyorum, aynı zamanda da rahat hissediyorum. Bu benim kafamı çok karıştırıyor. Bana fazlasıyla Angel'ı hatırlatıyor ve ben bundan nefret ediyorum.

Ben de kendimi anlamıyorum aslında. Bugün her şey beynime yığılmış ve sanki binbir şeyi aynı anda düşünmeye çalışıyormuşum gibi hissediyorum. Angel'ı, Angela'yı, kendimi, herkesi, her şeyi düşünüyordum. Bu çok kafa yorucu.

Pencereden dışarı baktım, yağmur damlaları hızla aşağı iniyordu. Gökyüzü kara bulutlarla kaplıydı ve yerlerde su birikintileri vardı. Sanki yakalayabilecekmişim gibi camın diğer tarafındaki yağmur damlasına dokundum.

Gözlerimi ovuşturup yerdeki t-shirtümü üzerime geçirdim. Aşağı indiğimde babamı televizyon izlerken buldum.

Yanına oturdum, bana baktı.

"İyi misin?" diye sorup televizyonu kapattı.

Dudağımı ısırdım ve gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı, babamın basit sorusunu duyunca. Başımı hayır dercesine salladım ve tekrar ağlamaya başladım. Sürekli duygusal olmaktan nefret ediyorum. Sanki mutsuzluk benimle oyun oynuyor ve hiç beklemediğim anlarda ortaya çıkıyormuş gibi.

"Ne oldu?" diye sordu babam.

Omuz silktim. Ben de bilmiyordum neden ağladığımı. Genelde Angel'la ilgili şeyler buna yol açıyordu ama hiç beklenmedik zamanlarda ortaya çıkıyordu.

"Şey, sen, ben, ııı biz yani bir şeyler yapmak ister misin?" dedi babam ne söyleyeceğini şaşırdığı için.

Kafamı hayır diye salladım.

"Bunun hakkında konuşmak ister misin?"

Yine kafamı hayır diye salladım. Sadece buraya gelip onunla otururum diye düşünmüştüm. Bu şekilde ağlayacağım aklıma gelmemişti.

Derin derin nefes alıp arkama yaslandım. Birkaç dakika beraber sessiz bir şekilde oturduk. Babam böyle şeylerde pek iyi değildi.

"Candace'a gidebiliriz eğer istersen, o kadar üzgün müsün?" diye sordu.

Yok dercesine kafamı salladım ve yürüyüşe çıkıp geri geleceğimi telefona yazıp babama dinlettim. Biraz endişelendi ama yine de gitmeme izin verdi.

Kime gideceğimi biliyordum, kimin beni dinleyeceğini biliyordum.

Dışarıda yürürken hala yağmur yağıyordu, yağmur damlaları yüzünden başımı eğerek yürüdüm. Yine de tamamen sırılsıklam olmuştum çünkü çok yağmur yağıyordu, ama umursamıyordum. Yağmurun tenime dokunuşları hoşuma gidiyordu. Ayrıca ağladığımı belli etmememde yardımcı oluyordu.

Aradığım evi bulmuştum. Hemen kapının önüne doğru yürüdüm ve orada bekledim. Cebimden telefonumu çıkarıp ekranı yağmurdan korumaya çalışarak rehberime girdim, Angela'ya bir mesaj yolladım.

"Dışarı gel, sana bir şey söylemem gerek."

Unutmak İçin HatırlaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin