14

1.6K 135 47
                                    

Son birkaç saatini dışarıda harcamıştı. Düşünerek. Kendini ne zaman, nasıl getirildiğini bilmediği kulübenin dışına atmış, doğanın sağladığı saf oksijeni içine çekmişti. Etrafında tek görebildiği şey ağaçlar, çalılar ve genel olarak orada burada yetişen türlü türlü otlardı. Zayn kulübenin gizli bir konumda bulunduğunu söylerken muhtemelen şaka yapmıyordu, etraflarında tam anlamıyla hiçbir şey yoktu. Ne bir ev, ne bir yol - sadece doğa.

Normalde olsa bu Harry'i sakinleştirirdi, gerçekten. Harry doğayı severdi, o bir Cheshire çocuğuydu, Tanrı aşkına! Çocukluğu eski evinin geniş bahçesinde yuvarlanarak, ağaca kurulmuş tahta salıncakta sallanarak geçmişti. Yeşilin rengi bile ona huzur vermeye yeterdi.

Ama...ama Harry'nin başı normal hissetmek için fazla ağrıyordu. Aklında bin bir farklı düşünce dönüp dolanıyordu ve Harry hiçbirinin normal olmadığından emindi. Daha iki-üç hafta önce gününü dükkanında dikilmiş, hayatında hiç duymadığı sanatçıların albümlerini raflara yerleştirerek geçiriyordu. Arkadaşları vardı. Bir erkek arkadaşı. Harry gözlerini sıkıca yumdu. Onun bir erkek arkadaşı vardı. Her şeyden önce bir annesi. Aman Tanrım- annesi- annesi ne düşünüyordu acaba? Harry yaklaşık bir haftadır eve adımını bile atmamıştı- konuşmamışlardı bile! Acaba bir kayıp ilanı vermiş miydi? Evde tek başına ağlıyor muydu? Harry için endişeleniyor muydu?

Muhtemelen Harry'nin içinde olduğu durumu bilmek onu hiç bilmemekten daha çok endişelendirirdi. Annesini aramalıydı. Niall. Nick. Dükkanına ne olmuştu? Hayatı son zamanlarda öyle bir karmaşaya dönmüştü ki...artık hiçbir şeyin üzerinde kontrole sahip değildi ve Harry kontrolü severdi. Otoriteyi severdi. Her şeyine hakim bir insandı o. O hayatını yönetirdi, hayatı onu değil. 

Yani, şey, eskiden.

Eskiden.

Harry arkasındaki duvara başını yaslayıp derin bir nefes aldı. Annesine ulaşmalıydı. Ne diyeceği hakkında hiçbir fikri yoktu, ama en yakın zamanda ulaşmalıydı işte. 

"Merhaba,"

Harry gözlerini aralayıp başını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Louis kapının önünde dikilmiş, tek eliyle araladığı kapıyı tutarken diğer eliyle de gergince tişörtünün yakasıyla oynuyordu. Sesi yumuşak ve kısıktı. Saçları dağılmıştı ve Harry'nin yapmak istediği tek şey ellerini onun saçlarının arasından geçirmekti, mümkünse tüm gün. Üzerindeki mavi kazak sadece adeta bir okyanusu yansıtan gözlerini ortaya çıkarmakla kalmıyor ama aynı zamanda biraz da büyük geliyordu. Kazağı köprücük kemiklerini açıkta bırakıyor ve kolları ufak ellerinin hemen üzerinde bitiyordu. Harry hayatında ondan daha güzel hiç kimseyi görmemişti.

"Merhaba," dedi yavaşça gülümserken. Louis Harry'e çekingence gülümsedikten sonra kapıyı bir gıcırtıyla kapattı. Bir an tereddüt etti.

"Rahatsız etmiyorum ya?"

"Hayır, hayır." dedi Harry, yüzündeki gülümsemenin genişlediğini hissetti. Başına gelen onca şeye ve kafasındaki onca düşünceye rağmen gülümsüyordu. Yanındaki boşluğa eliyle vurdu. "Otursana,"

Louis Harry'e o gün ilk defa içtenlikle gülümsedi ve yanına oturdu. Louis'nin gülümsemesini görmek iç ısıtıcıydı. Gözlerinin parladığını, kenarlarının kırıştığını görmek - bir şekilde rahatlatıcı bile denebilirdi. "Ee," dedi Louis Harry'i omzuyla dürterek. "Ne yapıyorsun? Burada yapılacak pek bir şey varmış gibi görünmüyor."

Harry bir süre gülümseyerek ellerine baktıktan sonra cevapladı. "Sadece düşünüyordum."

Louis'nin kaşları yukarı kalktı, yüzünü sahte bir şaşkınlık kapladı. "Dikkat et de kendini incitme," dedi elini Harry'nin koluna yerleştirip.

How To Save A Life (Larry Stylinson)Where stories live. Discover now