5

2.3K 176 141
                                    

"Hey," Nick Harry'yi dirseğiyle dürttü. Harry Nick'e en az on beş defa bunun ona yapılmasından nefret ettiğini söylemesine rağmen haraketi yapmakta ısrarcıydı, ve Harry kendini bir şey söylememek için zor tutuyordu. Onun yerine sinirle bir nefes verdikten sonra olduğu yerden Nick'e döndü.

"Efendim?"'

Nick olduğu yerden ilerlemiş, Yeni Çıkanlar bölümündeki albümlere göz atarken olabildiğince sıradan bir şekilde "Bu hafta boş musun?" diye sordu.

Harry kafası karışmış bir şekilde kaşlarını çattı. "Ee, neden?"

Nick iç çekip Harry'le göz teması kurdu. "Boş musun değil misin?" dedi sabırsızca. "Bu hafta bir festivale gidiyorum da, ona gelmek ister misin diye soracaktım o kadar,"

Harry kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. Kulağa her ne kadar acınası gelse de, Nick'le bir randevuya falan çıkmamışlardı. Bir kere bile. Sadece birlikte içip öpüşmeleri ilişkilerine bir özetti ve dolayısıyla Nick'in bir festivale onunla gelmesini istemesi sıradanın dışında bir olaydı.

"Ee..." diye geveledi düşüncelerini toplarken."Burayı yönettiğimin farkındasın, değil mi? Sadece Perşembeleri boşum."

Nick ellerini sweatshirt'ünün ceplerine sokarken sıkılmış görünüyordu. "Perşembe gelirsin o zaman. Çarşamba akşamı yola çıkarız. Pek uzak değil ki."

Harry neredeyse dramatik bir büyüklükte iç çekecekti. Perşembe... O gün Louis'yle... buluşmaları vardı işte. Yani buluşma buluşması değil ama buluşacaklardı. Bir araya gelme. Birleşme. Tamam, hemen şu an Louis'yle 'birleşmek' hakkındaki düşünceleri kafandan siliyorsun. Hemen.

"Perşembe olmaz," dedi Harry olabildiğince sıradan gözükmeye çalışarak. Elini cebine bile atmıştı.

"Neden?" Diye sordu Nick, sanki cevabını biliyormuşcasına. Çok bilmiş. Nah biliyordu.

"Çünkü," dedi Harry albümlerden birini alfabetik sırasına yerleştirirken. "Çünkü o gün işim var."

"Ne işi?"

Harry sinirle Nick'e döndü. "Sana ne ne işim olduğundan? Cidden, bazen kendini ne sanıyorsun bilmiyorum ama sadece gıcık herifin tekisin sen. Annem bile senin kadar soru sormuyor." 

"Sinirlisin," dedi Nick Harry'e yaklaşarak. Vay canına, Nick sahiden de bir dahiydi ha? Harry Nick ona yaklaşırken ne yapacağını bilemediğinden hala ateşi sönmemiş sinirli gözlerle onun kendisine yaklaşmasını izledi. "Kimse nedensiz yere sinirlenmez."

"Bana bir neden vermeseydin sinirli olmazdım," diye cevap verdi Harry.

Nick'in yüzündeki sırıtış Harry'yi rahatsız ediyordu. Nick'le aralarında sadece birkaç santimetre vardı artık. Nick kafasını sağa eğip sırıtmaya devam etti. "Sorgulandığın için sinirlisin." dedi sakince. "Bir şey saklıyorsun."

Harry gerçekten ne yapacağını bilmiyordu. İstediği o an odadan çıkmak- mucizevi bir şekilde odadan kaybolmaktı, ama yapması gereken neydi, Harry tam olarak kestiremiyordu. Eğer çıkıp giderse saçma olurdu çünkü burası onun dükkanıydı. Eğer Nick'i kovarsa Nick daha da şüphelenecekti. 

Bu yüzden Harry içinde köpüren sinirle Nick'i yakasından tutup dudaklarını birbirine bastırdı.

İçindeki öfkeyi dudaklarıyla Nick'inkilerden çıkarıyor, Nick'in çıkardığı sesleri görmezden gelmeye çalışıyordu. Nick'in başından beri istediği buydu. İstediğini alırsa da susardı.

Çünkü Harry daha kendisi bir şey bilmezken sorgulanmaya katlanacak durumda değildi.

"Ah, Harry," dedi Nick geri çekilip. Harry beklemeden dudaklarına yapıştı. Nick'in 'Ah Harry'lemesini istemiyordu. Nick'i aslında öpmek de istemiyordu. Dudakları fazla sertti. Vücudu fazla düz. Boyu fazla uzundu ve en önemlisi- o bir Louis değildi.

How To Save A Life (Larry Stylinson)Where stories live. Discover now