''Gül, gül hakkındır. Harbi hayvanmışım! Tamam, o kadar da gülme,'' deyip kadının saçlarını okşayan eliyle Sevda'nın dudaklarına bir kere vurup elini eski yerine götürdü.

''Bana şey demiştin... Of! Nasıldı? Ha! 'Çünkü yalnızlığım biraz geçsin istedim,' seni kimin ya da kimlerin yalnız bıraktığını anlatmak ister misin?'' diye sorduğunda, parmaklarının arasından Sevda'nın saçlarının çekildiğini hissetti. Dizindeki üşüme kadının başını kaldırdığının kanıtıydı. Olduğu yerden kalkıp Mert'in karşısındaki tekli koltuğa oturdu Sevda. Dolan gözlerini saklamak için başını öne eğip konuşması için gereken cümleleri toparlamayı denedi.
''Senin acından mislisi var bende,'' diyebildi uzun süren sessizliği bitirdiğinde. Başını yapamayacağını belli eder gibi olumsuz anlamda salladı.
''Sen yaralı bir adamsın, ben eksik bir kadınım. Senin yaran kanadığında evlatların tarafından öpülerek iyileştirilir. Benimse... Benimse eksik parçalarımın hepsi aile mezarlığında.''
Elleriyle yüzünü kapatıp gözyaşlarını gizlemeye çalıştı. Bu sefer, diz çökme sırası Mert'teydi. Koltuktan inip kadının önünde diz çöktü. Ağlayan kadının yüzündeki ellerini, avuçlarının arasına aldı.

''Sen güçlü bir kadınsın. Ben... Galiba... Yaşayamazdım,'' dedi Mert, evlatlarının olmaması ihtimaliyle bile canı yanarken.

''Güçlü mü? Ben sadece korkağım Mert. İçler acısı bir haldeyim, zavallıyım...''
Son kelimesini fısıldayarak söyleyen Sevda'yı ellerinden çektiği gibi kollarının arasına aldı. Bir anda en başa dönmüşlerdi yine. Mert sırtını koltuğa yaslamış yerde oturuyor, Sevda da kollarının arasında yüzü adamın göğsüne gömülü bir şekilde ağlıyordu.
''Kimsesizim,'' dedi ve sakinleşmeye çabalayıp devam etti. ''Ölmek için illa kalbin durması mı gerekli?''
Gözyaşlarını elinin tersiyle silip kalbinden geçeni söyledi. ''Kalbi ısrarla atan bir ölüyüm.''

Mert, son cümleyi duymamıştı bile ama Sevda'nın fısıltıyla karışık konuşmasından değil, aklına bir şairin ezbere bildiği şiiri geldiğinden. Az önce Sevda'nın gözyaşlarını sildiği elini tutup parmak boğumlarının üstüne küçük bir öpücük kondurdu.

''Kimsesizler mezarlığının daimi üyesiyiz bizler.
Bir gün, o son seven de gelmeyi kestiğinde mezarımıza, gerçekten öleceğiz.
Sessizliğe gömüleceğiz.
Ne arkamızdan ağlayan olacak, ne de adımızı anan.
Sadece tüm ölmüşlerin ruhuna okunan dualardan ibaret olacak hatırlanmamız.
Bir gün, o son seven de gelmeyi kestiğinde mezarımıza, gerçekten öleceğiz.''

Parmaklarının üstüne konan öpücüğün şokunu atlatamamışken, duyduğu şiirle gözlerini kocaman açtı genç kadın. Başını Mert'in gövdesinden kaldırıp adamın yüzüne, dahası gözlerine çevirdi bakışlarını.
''Bu neydi şimdi?'' diye sorarken Mert'i kelimesi kelimesine tekrar ettiğinin farkında bile değildi.

''Hangisi Hanımefendi?''
Mert, çok şiir bilen bir adam sayılmazdı ama rastgele okuduğu bu şiir hoşuna gidince ezberlemişti. Sevda'nın elinin üstüne kondurduğu öpücükse... İşte o konuda Mert'in de bir bahanesi yoktu. Sevda'nın şaşkın bakışlarını görünce onun cümleleriyle onu vurmaya karar verdi.
''Çiçeğim'e yanağını, Can'ıma saçını, Memo'ma da yaranı öptürdün. E, benim de sargımı öptün. Ben de elini öpeyim dedim.''

Sevda, anlamasa da başını sallayıp Mert'in kucağında kıpırdandı. Bu hareketi kalçasını Mert'in kasıklarına sürtmesine neden olunca, genç adam ellerini kadının omuzlarına koyarak hareket etmesini engelledi.

''Sanırım bu seni son kucağıma alışımdı Hanımefendi,'' dedi. 'Bundan sonrası yürek ister,' kısmını ise içinden söyledi. Omuzlarını serbest bıraktığı kadına ayağa kalkması için öncelik verip ardından kendi de ayaklandı. Bu sefer Mert Sevda'nın, Sevda ise Mert'in koltuğuna oturmuştu. Az önceki durumdan ötürü genç adam, Sevda'nın gözlerine bakamazken, Sevda bakışlarını Mert'in yüzünden ayırmıyordu. Mert, tam odadaki nesneleri üçüncü kez göz süzgecinden geçirecekken paldır küldür açılan kapıdan girenler, Sevda kucağında olmadığı için, Mert'in şükür namazı kılmasına yeter nitelikteydi.

Sana Anne Diyebilir Miyim? (1. ve 2. Kitap)Onde as histórias ganham vida. Descobre agora