kabulleniş

129 15 20
                                    

Acı beklediğim şekilde beni bulmamıştı, derin bir sessizlik odayı kaplarken korkudan kapadığım gözlerimi araladım. Kuzgun dehşete düşmüş bir ifade ile bana daha doğrusu kafamın hemen üzerine bakıyordu. Kafamı kaldırdığımda hemen üzerimde sivri ucu bana doğru duran kılıcı fark ettiğimde korkarak geri çekildim ancak kılıç beni takip ediyor gibi görünüyordu.

"Eğer yanlış bir şey yaparsan, kılıç aşağı düşer." Vivian sakin ama ürkütücü bir tonla söylediğinde tüm vücudum tir tir titremeye başlamıştı. Aynı sakinlikle odadan çıktıklarında olduğum yere çöktüm ve gözyaşlarımın yanaklarımdan akmasına izin verdim. Sesim boş odanın duvarlarında yankılanırken öleceğimi kabullenmiş haldeydim.

*

Sessizlik bir çığ gibi aramızda büyürken Kuzgun'un kaçamak ve endişeli bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum. Ancak sesini çıkarmıyor ve bana zaman tanıyor gibi görünüyordu.

"Beni çocukken bulduğunda kim olduğumu biliyor muydun?" Konuşmam onu şaşırtmış ancak hemen kendini toplamıştı.

"Hayır, gerçekten bilmiyordum. Do ailesinden doğan bir çocuk olacaktı biliyordum, yıllar boyu tüm aileyi takip ettim. Senden şüphe etmiştim ancak Jongin'i duyana kadar kesin olduğuna dair bir kanıt elimde yoktu. Sen oldukça normal bir insan gibi görünüyordun."

"Jongin nasıl Kuzgun?" Adını söylemek içimdeki özlem rüzgarlarını titreştirdiğinde Kuzgun gülümsedi.

"O gerçekten inanılmaz biri. Çok güçlü ve seni gelip kurtaracağından emin."

"Bundan kurtuluşumuz var mı sahiden?"

"Elbette var! Karamsar olma."

"Kafamın üzerinde kocaman bir kılıç sallanırken emin olamıyorum üzgünüm." Dizlerimi kendime çekip kafamı eğdim.

"Hadi ama Soo. Pes etme."

Onu yanıtsız bırakıp kendimi daha sıkı sardım. Yorulmuştum. Yaşadıklarımız, bir türü Jongin ile temiz bir başlangıca sahip olamamamız ve sürekli ondan ayrı düşmem beni bitiriyordu. Kalbimin bir noktasında sakince ruhumu okşayan ve her şeyin iyi olacağını söyleyen sesin ona ve bağımıza ait olduğunu biliyordum. Ancak artık her şey bitsin istiyordum. Benim savaşmaya gücüm kalmamıştı.

Şans eseri, kurtulursam ne olacaktı? Ben yine eski Do Kyungsoo olabilecek miydim? Her şeyin ötesinde, bambaşka bir yerden geldiğimi ayrıca garip ve anlaşılmaz bir türde evlatlık olduğumu öğreniyordum. Anne ve babam sandığım Do ailesine nasıl yaklaşacaktım? Onlara böyle bir gerçeği açıklayamazdım. Peki Jongin... Ya beni bundan kurtarmaya çalışırken başına bir şey gelirse? Ya ona bir şey olursa?

Kane tekrar odaya girdiğinde bu düşünceler içerisindeydim. Ruhum huzursuz ve yerimde duramıyordum. Zayıf halim onu keyiflendirir şekilde gülümsedi.

"Bugün seni en sevdiklerine kavuşturuyorum Kyungsoo. Sana ölmeden önce onları göreceksin demiştim ve işte sözümü tutuyorum." Elini havaya kaldırıp bana uzattığında başımın üzerindeki yarım metrelik kılıç avucunun içerisinde belirdi. Kendisiyle beraber getirdiği nöbetçilere işaret verdiğinde adamlar hareketlendi. Durduğum mermer kaidenin üzerinden koluma girerek aşağıya indirdiler. Küçük bir kukla gibi dediklerini yapıyor, karşı duracak hiçbir şey yapmıyor, yapamıyordum.

"Nereye götürüyorsunuz onu?" Kuzgun hiddetle söylendiğinde Kane kıkırdadı.

"Tören için hazırlanmalı endişe etme Kuzgun sen de geçit açılırken bizzat orada olacaksın." Kuzgun'u arkamızda bırakırken beni geri getirmeleri gerektiğini ve yanlış yaptıklarına dair haykırışları da geride kaldı. Dar ve rutubetli taş koridorlardan geçerken uslu bir çocuk gibi onların dediklerine uyuyordum. Beni büyük bir odanın içerisine getirdiklerinde uykumdan uyanmış gibi ihtişamlı ama iç karartıcı odaya baktım.

the land of the wolf // kaisooWhere stories live. Discover now