the land of the wolf

258 30 69
                                    

Tenime tatlı tatlı değen gün ışığı ile olduğum yerde geriye yaslandım ve baharın tadını çıkardım. Hafifçe esen bahar rüzgarı ruhumu okşuyor keyifli bir gülümsemeyi dudaklarımın kenarına konduruyordu. Telefonumun çalmasıyla homurdanarak yerimden kalktım ve arayan kişiye baktım, gözlerimi devirirken kendime hakim olamadım.

"Tekrardan merhaba anne!"

"Oğlum arıyorum açmıyorsun çok merak ettim."

"Anne sabah konuştuk. Yalvarırım biraz sakin ol. Babam nerede?" En azından onun bu hallerini sakinleştirecek tek insandı.

"Yok baban arkadaşlarıyla çıktı. İş görüşmesi kaçtaydı?"

"Öğleden sonra 2'de anne. Tıpkı bu sabah söylediğim gibi." Aslında neden aradığının az çok farkındaydım ancak gerçekten bunu yapması artık sinirime dokunmaya başlamıştı.

"Junmyeon ile görüşmeniz kaçta? Gideceksin değil mi? Aman sakın kaçırma."

"Kaçırmam anne. Biraz sonra çıkacağım. Junmyeon'a benim değil senin ihtiyacın var bence..."

"Oğlum biliyorum ama anla beni o yıl.."

"Bugün gerçekten bu konudan bahsetmek istemiyorum." Sesimdeki keskin ton onu sessizliğe gömdüğünde bunu fırsata çevirip acele bir şekilde vedalaşarak telefonu kapadım ve derin bir nefes aldım. Randevu saatinin yaklaştığını gördüğümde hızlıca kalkıp evden çıktım.

Bekleme salonunda otururken sekreter kadın ara ara yüzüme bakıp gülümsüyordu. Nazikçe ben de ona karşılık verdiğimde yanakları pembeleşti.

"Bir şey istemediğinize emin misiniz?"

"Evet teşekkür ederim." Her zaman oldukça nazik olan kadının adını bilmediğimi fark ettim, normalde asla böyle bir ayrıntıyı kaçırmazdım.

"Çok özür diliyorum, adınızı öğrenmiş miydim? Kaba olmak istemem ancak anımsayamıyorum..."

"Ah hayır şey..." Çalan telefon onu böldüğünde özür dileyerek telefona uzandı. Bir süre karşı tarafı dinleyip kapadıktan sonra bana döndü ve içeri yönlendirdi.

Kapıdan içeri girerken yine tüm ruh halim çalkantılıydı. Birkaç yıl önce buraya geldiğimdeki halimi düşündükçe boğazıma endişe yumağı takılıyor, ellerim terliyor ve nefesim kesiliyordu. Junmyeon'un berrak ve sakin yüzünü gördüğümde biraz daha rahatladım.

"Hoş geldin. Seni beklemiyordum." İçten bir şekilde gülümsediğinde tüm gerginliğime rağmen gülümsemeye çalıştım.

"Annem... Şu sıralar iş görüşmelerine gidiyorum ve strese girdiğim için korkuyor." Anlayışlı bir şekilde kafasını salladığında gülümsedim. Aşırı rahat koltuğa oturduğumda son derece dikkatli bir şekilde beni incelediğini fark ettim.

"Nasılsın peki?"

"İyiyim. Garip rüyalar yok, olağanüstü hayaller yok. Terapilerimi aksatmıyorum, iyi yiyorum. Sağlıklıyım."

"Bunu görebiliyorum keyfin yerinde gözüküyor." Önündeki deftere not alırken gözlerinin önüne düşen saçlarını eliyle geriye ittiğinde aklıma benim küçük dünyamdaki Junmyeon geldi. Sakin, dingin ve bilge... Şu an karşımda duran adamdan pek bir farkı olmamasına karşın diğeri daha gizemli ve içtendi.

"Ne düşünüyorsun?" Bir anlığına aklımdan geçen düşünceleri yüzümden yakalamış olmalıydı.

"Hiç sadece bir anlığına o zamanları düşündüm. Annem yüzünden çok sık düşünür oldum sanırım."

"Bu düşünceler sen de nasıl hisler uyandırıyor?"

"Çok düşünmemeye çalıştığımı itiraf etmeliyim. Sanki buzlu bir camın arkasından bakmak gibi aslında. Yaşadıklarımı hatırlıyorum ama başka bir zaman başka bir yaşam."

the land of the wolf // kaisooWhere stories live. Discover now