otuz dört

678 69 84
                                    

sabah sayımları, ordu sayımı, beşe sayımlar ve en önemlisi, geri sayımlar; sıfırının neresi olduğu bilinmeyen bir savaşta elijah katz, her gün barışa gün sayıyordu. artık barışın nasıl bir ütopya olduğunu bilmiyor ve savaş bitse dahi ne yapacağını kestiremiyordu. neden yaşadığını bile ancak basit, ilkokul cümleleriyle tanımlayabilecek düzeye gelmişti artık. yalnızca geriye sayıyor, sayıyor ve sayıyor, üç, iki, bir... eksi ve artının kesiştiği yerde elijah, komutanın onu sağa mı yoksa sola mı ayıracağını bilmiyordu.  yalnızca, biraz önce yanlarından geçtikleri çalışma kampından gelen yanık kokusunu içine çekmemek için burnunu ron'dan aldığı atkıya bastırıyordu. bir, iki, üç... yanık kokusu kıl köklerine dek bedenine nüfuz ederken irice açılmış gözleri, bacanın kirli dumanına değmemek için çoktan birkaç beyaz bayrağı rafa kaldırmıştı. beş, dört, üç; ron neredeydi?

korkular ve çekinceler; elijah hayatındaki birçok ürküntüyü parmak uçlarıyla kavramış ve göğsüne bastırmıştı ancak her şeye bu kadar yakın olmak, içinde bulunduğu asker arabasından çıkan kahkahaların her birinde tüylerini diken diken ediyordu. "şeytan kanı!" diye bağırdı ismini bilmediği bir asker. "kömür gibi yanıyorlar!" yutkundu elijah. "aman tanrım, ızgara kokuyor." konuşmalar, gülüşler ve daha fazlası. "ben de bir but istiyorum!" dört, üç, iki... "yanlışlıkla bir yahudi penisiyle duş almaktan korkuyorum!"

dizlerini kendisine çektiğinde yanında oturan macellan, elijah'ın koluna dokundu. "hasta mısın?" diye sorduğunda elijah, onun dokunuşunu hissetmiş ancak ona cevap veremiyordu. açık ve net bir şekilde elijah, korkuyordu. "ernst," dedi macellan ona sahte kimliğini hatırlatarak. "...hasta mısın?"

elijah, gözlerinin kan çanağına dönmemiş olması ümidiyle macellan'a döndü. "uykusuzum." dediğinde bu cümleyi kurmak bile ona fazlasıyla yorucu gelmişti. güçlükle dizlerini kendisine çektiğinde macellan başını sallamıştı.

"sence bu duman gerçekten yahudilerden mi geliyor?" dediğinde elijah ona cevap vermek istemiyordu. bu yüzden yalnızca tepkisiz kalmayı seçti. "tanrım," dedi macellan geriye yaslanarak. "...insan eti berbat kokuyor."

"onlar yahudi değil," henüz yeni tanıştığı denis'in sesiyle macellan diğer tarafa dönmüştü. "...şeytan."

"denis," dedi macellan ona dönerek. "...çalışma kampında hiç çalıştın mı?"

"ne demezsin," dediğinde gülmüştü denis. "...bu piçlerin kıyafetlerini bile ben topladım."

"neden buradasın peki?"

"bu adamlar lanetli doktor," son zamanlarda macellan'a çokça bu şekilde sesleniliyordu. "...bir gün bir tanesi yere düşmüştü ve kırbaçlamam gerekiyordu fakat bir şey oldu. macellan, inanamazsın ama sanki içimden bir ses elimi durdurdu ve üçüncü kırbaçta durdum. ertesi gün kırbaç tutan kolumda kocaman bir çıban vardı."

"hâlâ yaşıyor gözüküyorsun, denis." dedi macellan gülerek.

gururla sırtını dikleştirdi. "çünkü o şeytanı kurşuna ben dizdim."

"istediğin gibi öldürebiliyor musun?"

"tecavüz bile edebilirsin?"

"teşekkür ederim, denis." dedi yüzünü buruşturarak. "penisimde bir çıbanla uyanmak istemiyorum."

"denis," elijah tüm mide bulantısına rağmen kendisini tutamayarak denis'e döndü. "...hiç würzburg'a gittin mi?" bu şehri ilk defa ron dışında birine söylemek elijah'a suçlu hissettirdi.

"ah, ernst," dedi keyifle denis. "...würzburg'dan gelen treni görebilseydin bir yahudi'nin bu kadar güzel olabileceğini tahmin bile edemezdin. sen würzburg'dan mı geliyorsun?"

kangrenWhere stories live. Discover now