yirmi beş

879 104 62
                                    







alman yasası elijah'tan ölmesini istiyordu, âşık olmamasını değil ve elijah, iliklerine kadar ron'a âşıktı.

onun için bu, korkunç bir farkındalıktı. ömrünün sonuna bu kadar yaklaşmışken ron'a duymuş olduğu bu alışılmadık his bütünlüğü elijah için o denli tehlikeliydi ki elijah, bunun üstesinden nasıl geleceğini bilmiyordu. baş ağrısı her geçen gün artıyordu ve bu soyut acı, çıkış yolunu kapatıyordu.

bunun gerçekliği içine işlediğinden beri elijah, ron'a bakmakta zorluk çektiği gibi bazen tam tersine onu daha detaylı inceliyordu. uyurken, açılmış belinden kendini gösteren küçük yara izinden göz bebeklerini çevreleyen açık renk tonlarına kadar onu ezberlemişti ve aklına kazıdığı her bir özelliği elijah'ı korkutuyordu. ron'un kusursuzluğu, korkunçtu.

parmak uçları gergince kendi bileğini sardı. yutkunarak önündeki kâğıda bakarken çoktan tüm dikkâtini kaybetmişti. zorlukla önündekileri anlamaya çalışırken yorgunluktan gözleri kapanıyordu. albayın odasında yaşanan olaydan beri yalnızca bir gün geçmişti ve yaşadıklarını atlatabilme konusunda iyi olamamasına karşın elijah, son zamanlarda bunu o kadar düşünmemeyi öğrenmişti. özellikle ron'un, dudağında açılmış bir yarayla odaya dönmesinden sonra albayın farklı bir karargâha tayin isteyişi elijah'a bu konuda daha kötü hissettiriyordu. iyi olmayışını ron'a gösterdiği her geçen gün ron, başını daha çok derde sokuyordu ve bunun sebebi olmak elijah açısından katlanılabilir bir durum değildi.

eli yüzüne çıkıp alnını ovmaya başladı. uykusu vardı, saatin kaç olduğunu bile unutmuştu ve ron'un nerede olduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. yalnızca uğrama ihtimali olduğu için uğraşması gereken evraklara mutfakta bakıyordu fakat o ana dek elini yıkamak için içeri giren bölük arkadaşından başka bir tanıdıkla karşılaşamamıştı.

tüm bunlardan farklı olarak aklını karıştıran başka bir konu daha vardı. fransız cephesine gitmeden önceki on günlük boşlukta würzburg'a gidebilme ihtimali vardı ve bunu düşünmekten kendisini alıkoyamıyordu. belki de ölene dek bir daha asla würzburg'a geri dönemeyecekti ve bu emin olamayış canını acıtıyordu. savaştan sonra hayatta kalsa dahi würzburg'un alman hâkimiyetinde olup olmayacağı kesin değildi. ileride bir gün almanya savaştan yenik düşerse elijah, bir daha eve dönemeyebilirdi. kaldı ki elijah katz, ömrünün sonlanmasına çok az kaldığını düşünmüyordu; artık bundan emindi.

karargâha en yakın tren istasyonu yalnızca asker ve cephane taşımak için kullanılıyordu. asker kimliğiyle binebilecek olduğu bu trenden fulda ya da erfurt istasyonunda, yolcu alım sırasında inebilir ve oradan binebileceği bir araçla würzburg'a dönebilirdi. oradan sonrası ise kolaydı. henüz savaş bombaları würzburg'a gelmemişken elijah, her adımını ezbere bildiği bu şehirde kaybolamazdı.

on günlük boşluk içerisinde asker transferi olacağı için yoklama da alınmayacak, dolayısıyla elijah gittiğini bile belli etmeyecekti. gerçi yasak bile sayılmazdı, göz göre göre evine giden birkaç askerin hiçbir itirazla karşılaşmadığını gördüğünden beri elijah bu konudaki endişelerini yenmişti ancak würzburg'a gitmek isteyip istemediğinden emin değildi. karşılaşmak istemediği gerçekler orada, öylece, çiftlik evinin kapısında yatıyordu.

"ernst," mutfak kapısında duyduğu bu sesle bir an irkilmişti elijah. "...burada ne işin var?" dalgınlıkla kapıdan onu izleyen macellan'a baktığında gözlerinin ne denli yorgun gözüktüğünden haberdar değildi.

"ben," dedi eli önündeki kâğıtlara giderken. "...sadece biraz bunaldım."

karşısındaki sandalyeyi tiz bir gıcırtı sesiyle kendisine çeken macellan sorgulayıcı gözleriyle onu izliyordu. "bunaldın mı?" dedi arka plandaki kısık gürültüden anlayamadığını düşünerek. "neden?"

kangrenWhere stories live. Discover now