on beş

1.2K 190 595
                                    










milat yeşildi. isa, meryem'in kucağında ilk çığlığını attı ve yerküre çimen rengi bir dumana boğuldu. o gece tanrı, doğurduğu her toprak için yeni bir cennet yarattı ve peygamberler sofrasında son akşam yemeği yendi.

kırık bardaktan arta kalan cam parçası yeşil halının üzerinde parlıyordu; halının ince tüylerinin arasında, sahip olduğu en çirkin yansımayla. "özür dilerim," yaver eğilerek sehpanın kenarındaki camları toplarken en büyük parça öylece ortada duruyordu. "...çok özür dilerim."

sertleşmiş parmak uçları camları sıkıca tutuyordu.  korkuyla parçaları toplarken ortadaki cam hâlâ yaverin onu kendine çekmesini bekliyordu. gizli kalmış parçaları görmek adına halıyı izlerken elijah öylece, yaverin yeşil gözlerine bakıyordu.

onu evden ayıran tren, askeriyedeki ilk gün üzerine örttüğü keten pike, karl'a verdiği soluk elma, albert'i bıraktıkları tarla, lodz'da vurduğu şişe, küçük kıza atılan küflü mermi, annesinden gelen son mektup: yaverin gözleri, ölüm rengi bir yeşille parlarken elijah, öylece onu izliyordu.

ortadaki büyük parça şeffaflığına yenik düştü. yaver, koca camı görmeden küçük parçaları toplayıp generalin odasından ayrıldığında elijah kapanan kapıya bakmıştı. elindeki nemi yeşil formasına silip karşısındaki sert adama döndüğünde yüzü durgundu.

"evet, ernst," yaver bardağı kırmadan önce ne diyorsa onu devam ettirdi general. "...raporları kime teslim ettin?"

gün bitimi durum raporu generalin ellerindeydi ancak general anlık yoklama amaçlı ona basit sorular soruyordu. "reina auscha." diye yanıtladı onu.

"a blok mu?"

"evet, efendim."

"a blokta ne işin vardı?" derken kaşlarını çatmıştı. işte aksak bürokrasi böyle bir şeydi. emredilen iş yapılsa bile sorgulanırdı.

"özel iznim vardı."

"kimden aldın?" gözlüğünün arkasından elijah'a baktı.

"winston walter."

tüm bedeniyle elijah'a döndü. "bir subaydan aldığın izinle a bloka girebileceğini sana kim söyledi?"

yanıt verse cevap yetiştirmiş olacaktı, yanıt vermese saygısızlık. gurursuzluğuna yenik düşerek "bilmiyordum," dedi. "...hatamı bağışlayın." ortada hata yoktu: subaydan alınan izinle a bloka girilirdi. yine de bu, söylemekten nefret ettiği iki kelimelik kalıp dudaklarından bir anda ayrılmıştı.

"bundan sonra," kâğıdı masaya bıraktı. "...ya benim iznim alınacak ya da albayın izni. kimseyi aksi bir belgeyle a blokta görmeyeceğim."

başını salladı. "anlaşıldı."

"ayrıca," sandalyesini yerleştirdi ve masanın çevresinden dolanarak elijah'a yaklaştı. "...subay izniyle," derken yüzü ciddiydi. "...talimlerden ayrılmak diye bir şey yok. subay izniyle bir er, hiçbir şey yapamaz."

ron'dan bahsettiğini anlaması için yalnızca yüz hatlarına bakması bile yeterliydi. "anlaşıldı." diyerek tekrar etti.

general devam etti. "bir er, subay yatakhanesinde kalamaz. subayın izni olsa dahi bu bir suçtur ve gereği yapılır."

suç değildi. "anlaşıldı." hiçbir kuralda bu yazmıyordu.

"ve rütbesiz hiçbir asker," aralarındaki bir buçuk metreden elijah, generalin üzerindeki yoğun parfüm kokusunu alabiliyordu. "...istediği gibi kahvesini içip keyif süremez."

kangrenWhere stories live. Discover now