yirmi yedi

982 97 80
                                    

art arda sıralanmış rakamlar, kanadı boyanmış bir kelebek, kendi yankısından korkan bir şarkı; ismini unutan melekler hangi tanrı'ya sığınır? elijah katz, parmak uçlarıyla willhelm wagner'ın saç tellerini sıkarken, rüyalarının ne zaman bu kadar esirgeyici olduğunun farkında değildi.

çatlak dudakları ufak bir aralıkla onun dudaklarını karşılık verdiğinde yüz hatlarındaki uysallık kalbini kırıyordu. ron, gerçek değilken bile tahmin edemeyeceği kadar güzeldi ve elijah buna katlanamıyordu. kapalı göz kapakları, alt dudağında hissettiği narin ıslaklık ve her an uyanabilmenin korkusuyla sıkıca tutunduğu saç telleri; elijah, ron'a iliklerine kadar âşıktı ve bu ona acı veriyordu.

sırtını yatakta dikleştirdi ve dilini onun dudağına değdirdi. aralanmış kirpiklerinin arasından seçtiği dudakları kızarmış bir yüzle izliyor, nabzının atışını önleyemiyordu. kesik kesik ciğerini dolduran nefesi birkaç içe çekimlik oksijen için çırpınırken elijah, ron'a en son hangi kelimeyi, hangi tonla söylediğini bile hatırlamıyordu. onu öpmek, gerçek olamayacak kadar güzeldi ve öyle ki zaten gerçek bile değildi.

ron, dudaklarını ondan ayırıp elijah'tan sakince uzaklaşırken gözleri elijah'ın yüzünü inceliyordu. parmak uçları onun yüzüne çıkarken elijah gözlerini kapattı. yanağında onun ince parmaklarının varlığını, dudaklarında ise hâlâ onun o soyut sıcaklığını hissediyordu. "elijah," eğer ron olmasaydı elijah, bu isimden hitler'den daha fazla nefret edecekti. "...gözlerini aç." sakince dediğini yerine getirirken her an kalp krizi geçirebilecek kadar hızlıydı nabzı.

korkarak karşılaştığı tavan, sırılsıklam olmuş saç dipleri ve pencereden içeri adım adım ilerleyen soğukla karşılaşmak elijah için artık büyük bir alışkanlıktı. elijah, gerçekten de yorgundu ve emindi ki onunla uyumadığı geceler, dudaklarında onun sıcaklığıyla uyanmak ismini bilmediği bir kutsal kitapta lanetlenmişti. aksi takdirde, göğüs kafesindeki bu ağrıyı başka şekilde açıklayamazdı.

içeri yansıyan mavi güneşle yatakta oturur pozisyona geçti. gözleri her an kapanmak üzere geri açılırken elijah, o anın polonya'da geçirdiği son saatlerden biri olduğunu biliyordu. bir saat sonra ayrılacağı karargâhı o kadar az özleyecekti eğer cennet var olsaydı elijah emindi ki bir gün bu üssün kefaletini ödeyecekti.

yataktan kalktı, hazırlandı, valizini son kez kontrol etti ve hatta tıraş bile oldu. herkesle (ron dahil) bir önceki gece vedalaştığı için ekstra bir zahmete girmeden karargâhın kapısına vardığında saat yedi otuz sekizdi.

tren istasyonuna vardığında bayern ekspresinin kalkmasına henüz yirmi dakika vardı. yavaş adımları onu trene götürdü birbirine vedalaşan insanların arasından. sol gözü sargılı bir adam saç tellerinin yarısını beyaz bir eşarpla örtmüş sarışın kadına sıkıca sarılıyor, mavi tulumuyla bir çocuk üniformalı babasının elinden tutarak annesine heyecanla bir şeyler anlatıyor, direğe yaslanmış beyaz tenli bir kadın rujuyla kirlettiği sigarasını titrekçe içine çekip yeri izliyor; almanya'da gerçekten de hayat devam ediyor. en son würzburg'da, pencereden kız kardeşine el sallarken yüzünde gerçek bir gülümseme vardı. elijah, yalnızca bir an, bu trene bindiği için kendisinden nefret etti.

hangi saat, hangi şehir, hangi zaman dilimi, kaçıncı durak onu würzburg'a götürdü, bilmiyordu ancak hatırlayabildiği ilk caddeye çıktığında gün kararmaya yakındı.

evine yaklaştıkça içine doğan sıkıntı ve heyecan artıyordu. haber vermeden gittiği için annesi ona kızar mıydı? babası, yerdeki av tüfeğini kaldırıp da odasına geri götürür müydü ölü bedeniyle? kız kardeşi, eksik uzuvlarıyla bahçe kapısını açar mıydı elijah için? evinin olduğunu sokağa vardığında, neyle karşılaşacağını kendisi bile bilmiyordu.

kangrenOnde histórias criam vida. Descubra agora