üç

3K 278 702
                                    






güneş, kışa yaklaşmanın verdiği soğuk rüzgâra etki etmiyordu.

yaklaşık beş dakikada bir güneşin önü beyaz bulutla kapanıyor, toprağın üzerine hafif gri bir gölge düşüyordu. "kırk beş!" görüntü soluklaşırken elijah'ın teninde hissettiği soğuğun nüfuzu yükseliyordu.

karargâhtaki beşinci günüydü. bunun ilk iki günü ıslak üniformayla geçtiği için -üniformayı kurutacak bir yer bulamaması ıslak hâliyle ikinci gün de giymesine neden olmuştu- şu an üzerindeki kuruluk, bahşedilmiş bir hediye gibiydi o yüzden şikayetçi olamıyordu. yalnızca, hasta olmadığı için şükrediyordu. "elli bir!"

göz bebekleri doğruca karşıya bakıyordu. evden çıkalı bir haftayı aşmıştı ve hiçbir şey rüya değildi. her şey öylesine gerçekti ki elijah, alnındaki yaranın sancısını hâlâ hissediyordu. "elli dört!" soğuk rüzgâr dudağındaki morluğa her değdiğinde buz gibi hava yaralarını uyuşturduğu için bunu yalnızca düşük bir önseziyle duyumsayabiliyordu.

rüzgâr, bileklerine değen üniformayı sıktığı yumruklarına sürtüyordu. elinin dışı, koşarken yere düştüğü için yaralanmıştı. karargâhta ona saracak sargı bezi olmadığı için kıpkırmızı yaralarla kirlenmiş parmak eklemlerini soğuk hava uyuşturmaya yetmiyor, aksine yaraların artmasına sebep oluyordu. ayaklarını ortada birleştirip hazır pozisyonuna geçti. "altmış üç!" diye bağırıp ondan metrelerce uzaktaki komutana sesini duyurduğunda tekrar eski pozisyonuna dönmüştü.

yoklama bu şekilde devam etti. elijah, komutan geri çekilene kadar diğer herkes gibi öylece karşıya baktı. saç diplerinden tenine akan soğuk, diğer sayıları dinlemesini engelliyordu. bir an önce üsse geri dönmek ve sobanın yanına oturmak istiyordu.

sayı, yüz yirmi birde bitince elijah'la beraber tüm askerler sağa döndü. üssün çevresinde günün ilk antrenmanına başlayacaklardı. saat, altıya çeyrek vardı. elijah, önündeki askerin koşmasıyla onun arkasından devam etti.

bunu neden yaptıklarını bilmiyordu. beş gündür yalnızca antrenman yapıyorlar, günde neredeyse bir öğün yemek yiyorlar ve sanki bu soğukta ısınacak yer varmış gibi her şafakta duş alıyorlardı. zaten bu soğukta, kendini göstermeden kaçan zayıf güneşin altında beklemek yeterince zor değilmiş gibi ıslak saçla tüm gün soğuk rüzgârın altında koşturmak elijah'a iyi gelmiyordu. neyse ki zorunlu kısa saç ona kolaylık sağlıyordu.

önündekinin arkasından koşarken bacaklarının dünkü kadar ağrımadığını hissetti. ilk antrenman gecesi ağrıdan uyuyamamış, macellan'ın uyuşturucu gibi ona çaktırmadan naklettiği ağrı kesici ilaçlardan iki tane içerek ancak acıyı dindirebilmişti. ikinci gün ağrı artmış ve koşarken ayağının burkulmasına sebep olmuştu. revire götürülmemişti çünkü karargâhta doktor yoktu. zaten o an komutandan azar yemek ona daha kötü geldiği için sıyrılmış diz kapağı, yaralı el eklemleri ve burkulmuş bacağıyla koşmaya devam etmek zorundaydı. zorla da olsa devam etmişti.

koşunun bitmesi ne kadar sürdü bilmiyordu fakat güneş yaklaşık yarım saattir gözükmüyordu. nefes nefese bir şekilde tepedeki bulutlara baktı. ailesinin yanındayken yağmurlu hava huzur veriyordu. hem tarlalara iyi geliyor, hem ev bahçesindeki laleler sevimli bir sarılıkla açılıyorlardı. şimdiyse sanki tepesindekiler aynı bulut değilmiş gibi elijah'a düşmanca bakıyorlardı. elijah, gökyüzünü eskisi kadar sevmiyordu.

komutanın konuşmasını dinledi. kırmızı burun ucu, dudağının üzerinde çıkmış et beni ve sakalsız yüzünde gençlik sivilcelerinden kalma izler vardı. yüzü pürüz doluydu ve elijah bunu metrelerce uzaktan görebiliyordu.

kangrenWhere stories live. Discover now