29

9.4K 364 50
                                    

"Şehidin var Türkiye."

Kalbim korku içinde çarparak göğüs kafesimi zorlarken gözlerim yaşlarla doldu. Nefesimi tutmuştum. Belki de nefes almayı unutmuştum. Bilmiyordum. Öylece, ekrana bakıyor ve haber izliyordum.

"Hakkari'de devam eden operasyon sırasında askeri üssümüz saldırıya uğradı. Acımasız saldırıda bir askerimiz şehit düşerken iki askerimiz de yaralandı. Yaralıların tedavisi devam ediyor."

Gözlerimden yaşlar döküldü. Çocukluğumdan beri diken üstünde izlerdim bu haberleri. Abim de bir askerdi. Zaten Tuğrul'la da askeri lisede tanışmışlardı.

Her şehit haberinde abim yanımda olsa dahi gözyaşlarıma hâkim olamazdım. Çünkü şehit düşen de birinin abisi, evladıydı, sevdiğiydi.

Ancak bu kez kalbime batan dikenlerin haddi hesabı yoktu. Hakkari, diyorlardı. Tuğrul orada göreve gitmişti.

Bu kez ateşin düştüğü yer, benim kalbim de olabilirdi ve belirsizlik içinde geçen o birkaç saniyede gözyaşlarım yanaklarımdan akmaya devam etmişti.

"Şehit Gökhan Acar. Henüz 3 aylık bir kızı var."

Tuğrul değildi. Birinin babasıydı ölen. Küçücük bir kızın babası...

Elimi karnıma sarıp burnumu çekerken haberin kalanını izledim. Yaralı askerlerin adını vermemişlerdi. Şehidimizin adını vermiş, sonrasında ülkenin gündemindeki diğer olaylara geçmişti.

Gencecik bir canın daha yitip gidişine ağlarken telefonumu elime aldım. Kimi arayacağımı bilememiştim. Tuğrul'u aramak istiyordum ancak ya açamazsa?

Ne yapacağımı bilemediğim her anda olduğu gibi, abimi aradım.

"Efendim?" Diyerek açtı telefonu soğuk bir sesle. Bana mesafeliydi. Her ihtiyacımız sorgusuz sualsiz karşılardı ama bana mesafeliydi. Onun bana olan inancını kırmıştım çünkü. Benden böyle bir şeyi kesinlikle beklemiyordu.

"Abi..." dediğimde ağladığımı anladı. Yerinde diklendiğini duydum. "Abi haberleri izledin mi? Şehidimiz varmış. Hakkari'de..."

"İzledim. İzlemeden önce de biliyordum zaten." Abim, içine sıkıntıyla bir nefes çekti. "Tuğrul ağır yaralı. Onu buraya getirmişler. Ben de hastanedeyim."

"Ne?!" Oturduğum yerden hızlıca kalktım. "Hangi hastane? Ben de geleyim!"

"Nereye geliyorsun Aysima? Otur oturduğun yerde. Buradaki ortam sana göre değil. Sen iki canlısın artık."

"Abi ne olur..." dedim yalvarırcasına. Elimi kalbimin üstüne koydum. Küt küt atıyordu. Yerinden çıkacaktı neredeyse. "Ne olur geleyim. Burada daha çok stres olurum ben."

"Neyin stresi kızım bu?! Ben buradayım zaten. Sen ne yapacaksın?"

"Beklerim. Lütfen abi. Hangi hastanedesiniz söyle bana."

"Aysima-"

"Abi lütfen!" Dedim. Yalvarıyordum artık. "Orada olmam lazım. Benim en zor günümde o yanımdaydı, ben de onun yanında-"

"Sen neden bahsediyorsun? Ne zor günü?"

"Hiç." Dedikten sonra yutkundum. "Anlatacağım. Ama önce oraya gelmem lazım."

Abim dışarıya derin bir nefes bıraktı. "İyi, gel madem." Dedikten sonra hastanenin adını söyledi. Vedalaşmadan telefonu kapattım. Evimin anahtarını ve kabanımı alarak evden çıktığımda asansörü çağırmıştım.

Midem, heyecan içinde kasılırken elimi karnımın üstüne koydum. Babasının yaralı olduğunu bilen bebeğimin tepkisi değildi bu. Zaten nasıl olabilirdi ki? Daha çok küçüktü. 8 haftalıktı. Ancak yine de ona kötü şeyler hissettirmemek için cesaretimi toparlamış, derin bir nefes alarak asansöre binmiştim.

O Şimdi Asker (+18)حيث تعيش القصص. اكتشف الآن