19

11.2K 490 178
                                    

"Fatih'le aranızda ne var?"

Küçücük kabinde, sırtım duvara yaslanmış ve görüş açım Tuğrul'un heybetiyle kaplanmış bir şekilde duruyordum.

"Ne yapıyorsun?" Diye sordum fısıldayarak. Şok olmuştum. Şu an burada, böylesine yakın bir pozisyonda olmayı beklemediğim gibi giydiği açık mavi gömleğin düğmelerini iliklememiş olması da heyecanımı dizginlememişti.

"Sana basit bir soru sordum, Aysima. O kim? Senin neyin oluyor da abinin doğum gününe geliyor?"

Gözleri, yüzümü öylesine didikliyordu ki... Ve o kadar yakındaydı ki aklımı başıma toplamam zaman alıyordu.

"Nasıl?"

"Nedeni, nasılı mı var? Soruma cevap ver."

"Ben de sana bir soru sordum, Tuğrul abi. Nasıl?" Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Nasıl bana bu soruyu sorma hakkını kendinde görüyorsun? Hem de böyle bir yerde, bu şekilde... Kim oluyorsun sen?"

"Saçma sapan konuşma Aysima. Ben neyi neden yaptığını anlamıyor muyum sanki?"

"Neden yapıyormuşum ya? Söyle, ben de bileyim."

"Beni çıldırtmaya çalışıyorsun aklınca."

"Aklımca, öyle mi?" Hafifçe güldüm ve sırtımı duvardan çektim. Bedenlerimiz birbirine değdiğinde nefeslerinin hızlandığını duymuştum.

"Ama buradan bakınca seni çıldırtmışım gibi görünüyor, Tuğrul abi."

Kabinden çıkacağım sırada parmakları, dirseğime sarıldı ve sırtımı tekrardan duvarla buluşturdu. Bu kez çıkmamam için bana yaklaşmış, tek elini duvara yaslayarak beni kıstırmıştı.

"Amacın ne senin?"

"Bunu sana sormak lazım."

"Beni kıskandırmaya çalışıyorsan yapma. Bu çocukça davranışlarınla gözümden düşüyorsun."

"Ne güzel, gözünden olabildiğince uzak olmaya çalışıyorum zaten."

"Fatih'in haberi var mı bari?"

"Haberi olacak ne var ki?" Diye sordum çenemi kaldırarak. Yüzlerimiz o kadar yakındı ki... Tuğrul, sertçe yutkundu.

"Yok mu?" Diye sordu, farklı bir ses tonuyla. Nefesi yüzüme çarpmıştı. Kalbim hızla atarken boşa bir çabayla geri çekildim. "Ona söylemen gerekmez mi?" Diyerek devam etti sözlerine.

"Neden bahsettiğini anlamıyorum."

"Neden bahsettiğimi çok iyi anlıyorsun, Aysima."

"Evet, anlıyorum aslında." Dudaklarımı ıslatıp kafamı iki yana salladım. "Bu kadar mı nefret ediyorsun benden? Bu kadar mı istemiyorsun mutlu olmamı?"

Kaşları çatıldı. "Senden nefret etmiyorum."

"Doğru, nefret çok güçlü bir duyguydu değil mi? Sen bana karşı hiçbir şey hissetmiyordun. Zorunda olmadıkça beni görmek de istemiyordun. Hatta saçma merakımı gidereyim diye öpmüştün beni de. Tam olarak istediklerini yapıyorum işte. Daha ne istiyorsun benden?"

Gözlerimin yaşarmasını istemediğim için hızlıca kırpıştırdım. "Ne?" Diye fısıldadım ona. "Seni sevmemi istemedin, ben de sevmiyorum artık. Şu an yaptıkların da ne oluyor? Sen gerçekten de ne istiyorsun benden, Tuğrul abi?"

Tuğrul eğildiğinde burunlarımız birbirine çarptı. "Başlatma abine Aysima," dedi sertçe. Bakışlarım dudaklarına indi.

"Peki," dedim.

Elimi ensesine götürdüm ve dudaklarımızı birleştirdim.

Onu öpmemi beklemiyordu. Bu yüzden bedeni, şaşkınlıktan kaskatı kesilmişti. Yine de üstünden bu şaşkınlığı atması çok kısa sürdü. İki kolunu sıkıca belime sararken dudaklarıyla bana adeta saldırmıştı.

Bedenlerimiz birbirine yapıştığında ellerimi yanaklarına koydum. Kirli sakalları avucumun içine batarken Tuğrul, alt dudağımı dudaklarının arasına almış, emiyordu.

Ellerim yavaşça boynuna, oradan da omuzlarına düştü. Tuğrul'un dili ağzımın içini keşfederken gömleğin açık olan ön tarafından kavrulan tenine dokundum.

Sertçe soluyup dudağımı çekiştirdi. Dudakları, dudaklarımdan çekilirken öpüşmekten nemli kalan dudaklarını çenemde hissetmemle başımı arkaya attım. Üstündeki gömleği omuzlarından sıyırdığımda kolundan çıkarıp kenara attı ve kolları yeniden belime dolandı.

Üst bedeni tamamen çıplaktı. Sert kaslarını karnımın üzerinde hissediyor olmak midemin havalanmasına neden olmuştu. Dudakları hiç durmaksızın beni yakıyor, soluk soluğa kalmamı sağlıyordu.

Dudaklarımızı tekrardan birleştirdiğinde elleri kalçalarıma indi ve beni yerden havalandırdı. Bacaklarımı beline doladığımda sırtım kabinin duvarına çarpmıştı.

Ellerim, Tuğrul'un kaslı, sert sırtında gezinirken tırnaklarımı tenine batırmamla ağzımın içine doğru kısıkça inledi.

Dudakları, dudaklarımdan ayrılıp yeniden boynuma yöneldiğinde "Yeter mi bu kadar?" Diye sordum.

Kafasını boynumdan kaldırıp bana baktı. Gözleri arzuyla buğulu bakıyordu. Dudakları ise öpüşmekten şişmişti. "Ne?" Diye sordu boğazının gerisinden gelen ve beni etkileyen o ses tonuyla.

Bacaklarımı belinden indirdim. "Bu kadarı bana olan merakını gidermen için yeter mi?"

"Sen..." dedi kaşlarını çatarak. "Sen bu yüzden mi öptün beni?"

"Başka ne diye öpecektim?" Diye sorduktan sonra kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Yapma, Tuğrul abi. Seninle yaşayabileceğim en fazla şey bu. Boşluğuma gelmiş bir öpücük."

Kaslı göğsü, alıp verdiği hızlı soluklarla şişerken dikkatimi dağıtmasına izin vermeden kabindeki oturma yerinin üstüne attığı açık mavi gömleği aldım.

"Boşluğuma gelmiş bir andan da Fatih'e bahsetmeme gerek yok, değil mi?" Diye sordum ona bakarak. "Onun da olmuştur illa böyle saçmalıkları. Çok da ciddiye alınacak bir şey değil sonuçta."

Gülümsedim. Mavi gömleği kendimce katladıktan sonra bir yunan heykeli misali kabinde dikilen Tuğrul'a son bir bakış attım.

Çok öfkeli görünüyordu.

"Hadi, üstünü giyin. Ben kasanın orada bekliyorum seni."

Kabinin kapısını açıp dikkatle baktım ve kimsenin olmadığından emin olduktan sonra oradan çıktım.

İki adım atmıştım ki sertçe bir yere vurulduğunu duydum. Muhtemelen Tuğrul, kabindeki oturma yerine bir tekme savurmuştu.

Beni çıldırttığın kadar çıldırıyorsun Tuğrul. Tam da istediğim gibi.

O Şimdi Asker (+18)Where stories live. Discover now