14

11K 436 82
                                    

En son sarhoş olduğumda bir daha bu kadar içmeyeceğime dair kendime bir söz vermiştim. Kendime, bir daha Tuğrul için içmeyeceğime dair de söz vermiştim. Ancak geldiğim noktada maalesef ki bu iki sözü de tutamamıştım.

Güçlü bir insan değildim. Olanlara çok imreniyordum. Acısını uygun sınırlar içinde yaşayanlara, cozutmadan atlatabilenlere...

Ancak kalbim çok kırılmıştı. Aslında buna kırılmak da denmezdi. Tuğrul, beni öpüp bunu benim merakımı gidermek için yaptığını söyleyerek kalbimin ortasına nükleer bomba atmıştı. Önce bana umut vermiş, sonra hissettirdiği tüm güzel şeylerin acısını çıkarmıştı. Artık kalbimde varlıklarını devam ettiren hiçbir duygu yoktu.

Hissizdim. Belki de alkolün etkisinden öyle düşünüyordum. Zaten hissiz olmak istiyordum.

"Biraz hızlı gitmiyor musun?"

Fatih'in sesiyle kafamı ona çevirdim. En azından bu kez yalnız içmiyordum. Kendime verdiğim sözleri tutamayacak kadar iradesiz olsam da bu sefer aptallık etmemiştim.

"Evet, hızlı gidiyorum."

"Paylaşmak ister misin?" Diye sordu. Gözlerindeki dikkatli ifadeye baktım. Neden sevdiğim o değildi? Beni dinliyordu, bana değer veriyordu. Abartılacak bir değer değildi bu. Ancak Tuğrul tarafından o kadar değersiz hissettirilmiştim ki...

Öylesine kullanıp atabileceği bir eşya gibi...

Bunu ona ödetmeyi deli gibi istiyordum. Kalbini parçalara ayırmayı. Deneyecektim de. Onunki kadar yıkıcı etkiler bırakabilir miydim, emin olamıyordum. Bunun için onun da bana sırılsıklam âşık olması gerekiyordu. Ve benim, ona aynı derecede değersiz hissettirmem...

"Paylaşamayacağım kadar can sıkıcı bir mevzu."

"Erkek arkadaşınla ilgili sanırım." Dediğinde kaşlarımı hafifçe çatarak ona baktım. Kafasını yana eğdi. "Seni evine bıraktığım gün, kapının önündeki adamın sevgilin olduğunu düşünmüştüm."

"Değil. Abimin çok yakın bir arkadaşı o."

"Öyle mi?" Diye sordu Fatih gerçek bir şaşkınlıkla. "Ne bileyim, adam burada olunca seni kontrol etmek için geldiğini düşündüm."

Alkolün getirdiği bulanıklık zihnimi hızlıca terk ederken "Ne?!" Diye bağırdım. Mekanın gürültüsünden dolayı insanların dikkatini çekmemişti. "Burada mı?"

"Evet ama sen..." Fatih, aklı karışmış bir biçimde saçını kaşıdı. "Abimin arkadaşı dememiş miydin?"

"Öyle."

"Ama mevzu yine de onunla ilgili bakıyorum da. Abinden gizlediğiniz bir ilişkiniz varsa endişelenme. Benden sır çıkmaz."

"Bir ilişkimiz yok." Dedim geçiştirerek. Birden gösterdiği yakınlığı anlamamıştım. Tuğrul'un burada olduğunu bilmek, tüm bedenime garip bir ürperti yaymıştı.

"Ben tuvalete gidip geliyorum." Diyerek oturduğum yerden kalktım ve önüme bakarak ilerlemeye başladım. Tuvaletlerin olduğu koridora vardığımda duvarın arkasına geçip kafamı uzatmış, mekanı incelemeye başlamıştım.

Tuğrul neredeydi? Fatih burada olduğunu söylemişti. Yanlış mı görmüştü acaba? Belki ona benzeyen birini görmüştü. Her kimi görmüşse, ben de görmek istiyordum.

Arkamda duyduğum adım sesleriyle refleks olarak arkama baktığımda çaresizce görmek istediğim ancak buna hazır da olmadığımı bildiğim o yüzü gördüm karşımda.

Tuğrul'u.

Adımları, göz göze geldiğimizde önce yavaşladı, sonra durdu. Açık kahve gözleri yüzüme kilitlenmişti. Burada ne aradığımı sorguluyor gibi değildi. Zaten bunu düşünse de yüz ifadesine yansıtmayacağından anlamazdım.

Aramızda en fazla üç adım vardı ancak çok uzakta görünüyordu.

Bir şeyler söylemek istedim. Ona koşup sarılmak istedim gurursuzca. Ve ağlamak istedim. Ama yapmadım bunu. Aksine, gülümsedim. Ne kadar inandırıcı olduğunu bilmeden, gülümsedim.

"Tuğrul abi!" Dedim şaşkınlık katmaya çalıştığım sesimle. Onu o kadar çok şaşırtmıştım ki bu kez tepkisini yüzüne yansıtmadan yapamamıştı.

"Ne yapıyorsun burada? İzin gününü mü değerlendiriyorsun?" Diye sordum.

"Aysima." Dedi, konuşabildiği ilk anda. Kaşları çatılırken gözleri, yüzümü tekrardan turladı. "Sen iyi misin?"

"İyiyim, niye ki?"

"Yani..." Bir eliyle kirli sakallarını ovuşturdu. Beni öptüğü gün çeneme batan o kirli sakallarını... Sertçe yutkundum bunları düşünmemek için.

"Sarhoş musun?" Diye sordu.

"Biraz içtim ama aklım hâlâ yerinde."

"Öyleymiş gibi davranmıyorsun."

"Sana bağırıp çağırmamı yeğlermiş gibi konuşuyorsun sen de."

"Bağırıp çağırmanı daha normal karşılardım."

"Neden bağırayım ki? Özellikle de bana yaptığın o büyük iyilikten sonra?"

Tuğrul'un gözleri, ne iyiliği der gibi kısıldı.

"Tamam, başta bağırıp çağırdım. Doğru. Ama o zaman her şey çok yeniydi. Sonra üstünden vakit geçince ve oturup düşününce fark ettim ki sen haklıymışsın."

Aklını iyice karıştırdığımı fark ettiğimde sırıtmamak için zor tuttum kendimi. Onu gafil avlamıştım ama bu daha hiçbir şeydi. Hatta bu, daha başlangıçtı.

"İnsan bazı şeyleri deneyimlemeden gerçekten isteyip istemediğini anlayamıyor. Sen, benim seni istemediğimi anlamamı sağladın. Bunu anlamak için ileri gittin ama başka türlü anlamazdım." Dedim mahcup bir şekilde gülmeye çalışarak.

"Teşekkür ederim o yüzden. Sayende bunu fark etmesem belki de hiç mutlu olamayacaktım. Ama şimdi mutluluğu kovalama şansı geçti elime."

Başımı biraz kaldırıp gülüşümü genişletirken "Ve kovalayacağım da." Dedim kendimden emin bir şekilde. Geriye doğru ufak bir adım attım.

"Çok teşekkür ederim, Tuğrul abi."

Arkamı dönüp koridordan çıkacakken Tuğrul'un "Aysima..." dediğini duydum. Sesi, gittikçe kısılmıştı. Omzumun üstünden ona baktım.

Afallamış bir haldeydi. Açık kahverengi gözleri irileşmişti ve dudakları, bir şeyler söylemek istercesine aralıktı.

"Bir şey mi söyledin?" Diye sordum, masum bir tavırla. Gözlerini kırpıştırdı. Kendini hızlıca toparlarken her zamanki ruhsuz maskesini takmıştı yüzüne.

"Hayır," dedi. "İyi eğlenceler dilerim."

"Sana da Tuğrul abi." Dedim ve onu kaşları çatık bir halde koridorda bıraktım.

O Şimdi Asker (+18)Where stories live. Discover now