kişisel cehennemim

Comincia dall'inizio
                                    

"Kyungsoo?" Sorar gibi adımı söylediğinde yerimde kıpırdandım.

"Merhaba."

"Merhaba." İkimizde bir şey demiyor kapıda öylece duruyorduk. Şaşkınlığını ilk üzerinden atan o oldu.

"İçeri gelsene, üşürsün sen." Beni yönlendirmesini beklemeden salona adımladım. Montumu çıkarırken, gözlerim korka korka başka bir bedenin varlığını aradı. Evde sadece ikimizin olduğunu fark ettiğimde gelen rahatlama yüzümde kaçamak bir gülümsemeye sebep oldu. Evin tanıdık huzurlu kokusu, hafif dağınık misafir beklemeyen hali tüm rüzgarlarımın dinmesini sağladı.

"Özür dilerim öylece geldim." Orada dikilmiş etrafı kolaçan ederken hızlıca kendimi toparlayıp şaşkın ev sahibine döndüğümde gülümsedi.

"Otursana." Koltuklardan birine beni yönlendirirken eline geçirdiği battaniyeyi uzattı.

"Hemen geliyorum." Birkaç dakika sonra elinde odun parçaları ile dönüp sönmeye yüz tutmuş şöminenin ateşini harladı. O bunları yaparken ikimizde konuşmuyorduk. Ben sadece battaniyeye sarılmış son derece yumuşak koltuğunda otururken onu izliyordum. İşi bitip doğrulduğunda bana bakıp burukça gülümsedi.

"Yemek yedin mi?"

"Aç değilim."

"Onu sormadım. Yemek yedin mi dedim." İnatçı bir şekilde sorduğunda yorgunca güldüm.

"Canım hiç istemiyor." Onca koltuk yokmuş gibi gelip yanı başıma oturdu kafasını koltuğa dayarken yüzüme baktı.

"Ama yemen lazım. Çok bitkin görünüyorsun. Hasta olma."

"Sen de kötü görünüyorsun." Her zaman canlı olan alev alev bakan gözleri bu sefer yorgundu. Gözaltları çıkmış, saçları birbirine girmişti. Anlaşılan uykusuz geceler geçiren sadece ben değildim.

"Şimdi daha iyiyim." Mırıltı ile cevap verdiğinde gülümsedim ve üzerimdeki battaniyenin ucunu çekiştirip ona uzattım. Teklifimi sakin ve dingin bir gülümseme ile kabul edip bana biraz daha yaklaştı ve bacaklarının üzerini örttü.

Birbirimize dokunmadan yan yayana oturup uzun uzun şömineyi izledik. Konuşmamıza, tartışmamıza gerek yoktu. Huzur yine tüm bedenimi ele geçirmişken içimde büyüyen sarıp sarmalanma isteği beni deli ediyordu. Vücudunun sıcaklığını hissedebiliyordum bazen hareket edince bana temas eden bedeni kalbimin taklalar atmasına sebep oluyordu.

Kafamı çevirip yüzüne baktığımda çoktan beni izlediğini fark ettim. Evin loş ışığı altında yüzüne vuran alevler ve yumuşacık gözleri... Bu sefer gözlerimi kaçırmadan, kafamı koltuğa yasladım. O da yerine yerleşti ve birbirimizin gözlerine bakmaya devam ettik. Burada olmamdan rahatsızmış gibi gözükmezken, beni istememesini asla anlamdıramıyordum. Bana böyle bakarken nasıl kabullenebilirdim bunu? Aklıma karanlık ve soğuk gözleri çöktüğünde gözlerim buğulandı. Verdiğim kararı öğrendikten sonra artık bana hep öyle bakacaktı ve bu benim kalbimi çok kıracaktı. O an bir karar verdim, yanağımdan süzülen yaşı elimle silerken kafamı kaldırdım ve tekrar ona baktım.

"Sana neden beni istemiyorsun diye hesap sormayacağım. Bu gece tatsız konulardan bahsetmek yok anlaştık mı?" Kaşlarını çatıp yerinden doğrulduğunda ona engel olup susturdum.

"Lütfen, Jongin dinlenmeye ihtiyacım var. Biraz nefes alabilir miyiz?" Yorgun gülümsemesi ve anlayışları bakışları ile anlaşmamı kabul ettiğini anladım. Hiçbir şey demeden uzanıp üzerimdeki battaniyeyi düzeltirken ben de ona doğru biraz daha kaydım ve başımı yavaşça omzuna yasladım. O battaniyenin altında duran elimi bulup sıkıca kavrarken ben de ritmi bozulan kalbim ile mücadele ettim. İşte yine buradaydım. Biz tarumar olmadan hemen önce son kez sakin bu limana sığınıp ufak bir nefes alıyordum. Biliyorum, aramızda esecek o büyük fırtına sonrasında ne beni sakinleştirecek ihtiyatlı bakışlar ne de sığınabileceğim bu liman kalacaktı.

the land of the wolf // kaisooDove le storie prendono vita. Scoprilo ora