bana bir parça huzur lazım

En başından başla
                                    

"Yürüyebilecek misin?"

"Evet." Fısıltımı ben bile zor duymuştum. Karanlık olduğu için onu görememem işime geliyordu. Tanrım zırıl zırıl ağlamıştım. Tüm paniğim suratımdan okunuyor olmalıydı, bu zavallı halimi en azından görememiş olması büyük bir rahatlık sebebiydi. En azından aydınlık bir yere geçene kadar kendimi toplardım.

"Seni taşımamı ister misin?"

"Yok artık!" Tepkim onu güldürdüğünde yumruklarımı sıktım. O kadar da değildi! Bir parça gururum kalmıştı. Sıcacık elleri kalkmam için bana destek olduğunda Baekhyun gibi rol kesebilen biri olmayı diledim. Bacaklarım, ayaklarım daha doğrusu vücudumun her bir noktası sızlıyordu, adım atmak değil göz kırpmak bile istemiyordum. Baekhyun olsaydı ya kendini taşıtır ya da bayılma numarası yapardı. Ama yok olmaz! Do Kyungsoo yapamaz! Sürünerek bile olsa kendi gider!

"Sen ne yapıyordun burada?" Daha demin panikle ağlayan ben değilmişim gibi sorduğumda karşıdan ufak bir kıkırtı geldi. Onun ruh halindeki bu rahatlık garip bir şekilde üzerime sinmişti, sinir bozucu da olsa yorgunca gülümsediğimi fark ettim.

"Seni arıyordum." Şaşkınlıkla ona döndüm, Minhyuk yokluğumu fark etmiş olmalıydı. Off! bin türlü laf işit şimdi.

"Yalnız Kyungsoo biraz yürümemiz gerek iyi olacağına emin misin?" Söyledikleri beynime balyoz vurulmuş etkisi yaratırken düz bir tonda ona iyi olduğumu söyledim. Sessiz yürüyüşümüz bana bir şeyi fark ettirdi, meğerse ters yöne yürüyormuşum! Kendime geldiğimde güzel bir dayağı hak ediyordum!

"Buraya nasıl geldin?" Bu sefer sessizliği o bozmuştu.

"Fark etmemişim yürürken kaptırmışım. Sonrasında sanırım her yer kar olduğu için yönümü bulamadım."

"Neden tektin ki?"

"Tek yürümek istedim. Neden yasak mı?" Aksi çıkan sesime yine kıkırdadı. Bu gülmeler sinirimi bozuyordu. Üşümüştüm, açtım, beni bulmasa ölecektim ama adam kehkeh gülüyordu.

"Komik olan ne Jongin?! Zor duruma düşmem çok mu komik!"

"Yok o değil." Sesi yakından geldiğinde yüzümü ona dönecekken ne olduğunu anlamadan ayaklarım yerden kesilmiş halde kendimi onun kucağında buldum.

"Jongin napıyorsun?!"

"Komik olan, berbat halde olmana rağmen çocuk gibi inatlaşman Kyungsoo." Demek o kadar da iyi numara çekememiştim.

"Yürürüm ben indir beni." Sesim o kadar isteksiz çıkmıştı ki bunun yerine 'Kucağında rahatmış giderim ben böyle' desem olurdu.

"Yolculuğun tadını çıkar." Sesi yumuşak ama otoriterdi zaten benim de oradan inmeye niyetim yok gibiydi. Yorgun kafam göğsüne doğru düşerken yine ne kadar ince giyindiğini düşünüyordum.


Gözlerimi açtığımda kendimi sarılıp sarmalanmış bir şekilde alev alev yanan bir şöminenin önünde buldum. Üzerime kat kat sarılmış battaniyeyi bir hışımla çektiğimde bana ait olmayan kalın bir kazak üzerime geçirilmişti. Sadece kazak değil üzerimdeki hiçbir kıyafet bana ait değildi.

"Uyandın mı?" Jongin'in sesi ile yerimden sıçradım.

"Selam." Dediğime tebessüm edip yanıma doğru adımladı ve koltuklardan birine oturdu. Nasıl olduğumu ölçmek istercesine gözleriyle beni süzdüğünü fark edince gerginlikle gülümsedim.

"Nasıl hissediyorsun?"

"Daha iyiyim sanırım." Beni neden evine getirmişti anlayamamıştım.

"Güzel ev" diye devam ettim, sakince gözlerime bakıp gülümsedi. Jongin'in gözlerindeki yumuşak ama ihtiyatlı ifade kalbimi nazikçe okşadı. Evin önünde de dingin kahveliklerini gözlerime yaslayınca ruhuma ılık rüzgarlar üflemişti. Bir şey konuşmadan birbirimize baktığımız süre gereğinden fazla uzayınca, garip bir utanç kafamı yanan şömineye doğru çevirmeye zorladı.

the land of the wolf // kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin