yirmi altıncı bölüm.

588 46 5
                                    

Bir yere taşındığımı fark etmemle gözlerimi aralamak istemiştim fakat başarılı olamayınca yeniden kendimi salmıştım. Pek de rahat olmayan bir yere bırakıldığımı hissettim, sırtımda rahatsız edici bir çekim vardı. Birkaç saniye sonra birinin dudakları yavaşça alnıma değdi ve hemen arkasından başka hiçbir hareket hissetmedim.

Ne kadar süre daha uyuduğumu bilmiyorum, gözlerimi karanlık bir odaya aralayana kadar da uyuyor olduğumun farkında değildim. Yattığım yer, şezlong benzeri fakat koltuk tarzında küçük bir şeydi. Üzerime ince bir örtü atılmıştı ve hemen terasa açılan kapının önündeydim. Aslında bulunduğum noktayı biraz garipsemiştim çünkü hemen arkamda kocaman bir yatak vardı.

Ne yani, beni, 'kendi' yatağına yatırmak istemeyip buraya mı yatırmıştı?

Pekâlâ, bunun üzerinde bu kadar durmamalıydım.

Yattığım yerden doğrularak birkaç saniye etrafa baktıktan sonra yavaşça ayağa kalktım ve yatak odasından çıktım. Merdivenlerin başında durduğumda aşırı yoğun bir sigara kokusuyla bütünleşmiş deterjan kokusu almıştım. Saçma bir kombinasyondu. Evde hafif bir müzik çalıyordu, ritminden dolayı çello olduğunu düşündüm ve büyük ihtimalle de öyleydi. Bulanık konuşma sesleri merdivenin son basamağından indiğimde bir anlam kazanmaya başlamıştı.

Ian, üçlü koltuğa yayılmış ve telefonu ile uğraşıyordu. Pars ise ayaktaydı ve telefonla konuşuyordu.

"Anlamıyorum seni Nil, yavaş konuş." dedi önce. Biraz bekledi, büyük ihtimalle karşı taraf konuşuyordu. "Ne zaman gelebilirsin yani? Bununla tek başıma uğraşamam, kafası attığında neler olduğunu biliyorsun... Borcunu zaten ödeyeceğim... Hayır, uyuyor... Hayır Nil, onunla konuşamazsın. Kafasının daha fazla karışmasına gerek yok. Yarın. Tamam, bekliyorum."

Telefonu kapattığında onlara doğru bir adım daha attım. Üzerimdeki dar pantolon yüzünden bacaklarım uyuşmuştu. Ian beni görünce birkaç saniye yüzüme baktı fakat duruşunu bozmadı. Pars ise telefonunu ceketinin cebine atarak bana doğru ilerledi. "Uyanmışsın. İyi misin?"

Yavaşça kafamı salladım. "Teşekkürler. Kimin evi burası?"

"Benim. Pars'ın evi göt kadar mı olur sence?"

Pars, Ian'a ters bir bakış atarak bana döndü ve iki eliyle yavaşça omuzlarımı tutup sıvazladı. "Aslında seni yatağa yatırmak istedim ama çarşaflarım kirlenir diye zırlayıp durduğu için oraya yatırmak zorunda kaldım. Aç mısın?"

Kafamı iki yana sallayarak tek elimle gözümü ovaladım ve birkaç saniye tereddüt ile yüzüne bakıp yavaşça ona doğru bir adım attım. Kafamı önüme eğerek kollarımı beline doladım ve başımı göğsüne yasladım. Aynı tereddütü onda da hissettim. Kolları birkaç saniye havada kaldı ve hemen arkasından sarılmama karşılık verdi.

Birkaç saniye boyunca böyle kaldık ve daha da kalabilirdik fakat Ian'in kusuyor gibi çıkardığı ses ile birlikte hafifçe kafamı kaldırıp ona baktım.

"İğrenç. Evimin kirleneceğini bilmesem salonun ortasına kusardım. Gidip ötede, hâttâ mümkünse kendi evinizde sevişir misiniz?"

"Kesecek misin artık sesini?" dedim, sinirli bir tavırla. "Sarılmak da yasak olmuş."

"Sen sarılmıyorsun ki, sen adamın kaslarına dokunmak için bahane arıyorsun. Sapık karı."

Kaşlarımı çatarak ona doğru bir adım atıyordum ki Pars'ın tek eli belime dolanarak bana engel oldu. Çocuk gibi yanaklarımı şişirip oflayarak ters bakışlarımı Ian'a yönlendirdim ve o da karşılık olarak bana dilini çıkardı.

"Orada öküz gibi yatmayı kesip kalk ve sana söylediğim şeyi yap, Celâl. Fazla zamanımız yok."

Pars tüm bunları söylerken tek elini belimden çekmeden benimle mutfağa yürümeye başlamıştı. Ian'dan onay olarak algıladığı oflamayı alınca bana döndü. "Celâl bir iki saate döner. O dönene kadar sana yemek yapacağız, kaprisli çocuk."

"Ben kaprisli değilim bir kere, ihtiyar adam."

Alay eder gibi kafasını sallayıp hafifçe gülümsediği sırada mutfağa girmiştik. Küçük, şirin ve tam Ian tarzı bir mutfaktı. Pars ile olan ve birkaç dakika süren bol dalga geçmeli tartışmamız son bulduğunda pizza yapma kararı almıştık. Her ne kadar evde olan hazır hamurlardan kullanmak istediğini söylese de ben hamuru kendim açma konusunda son derece kararlıydım. Gerçi, hayatımda hiç hamur açmamıştım fakat o kadar zor bir şey olmamalıydı.

Ben hamuru hazırlarken o da pizzaya koyacağımız malzemeleri hazırlıyordu. En son 14 yaşında iken annemle yemek yapmıştım ve o zamandan beri ilk kez biriyle birlikte yemek yapıyordum. Hamurun malzemelerini koyduğum kap ile kısa bir bakışma yaşadıktan sonra ellerimi içine daldırdım ve belli bir kıvam alana kadar yoğurmaya başladım.

Önümdeki işe öylesine yoğunlaşmıştım ki Pars'ın malzemelerle işinin bittiğini ve arkamda durduğunu farketmemiştim. Elleri iki yanımdan tezgâha dayanınca olduğum yerde hafifçe sıçrayıp geriye doğru bir adım attım ve böylece sırtım tamamen onun göğsüne yapışmış oldu. Derin bir nefes aldığını kalkıp inen ve her hareketinde sırtıma sürtünen göğsünden anlamıştım ve bu olay yutkunmama sebep olmuştu. Bu neden bu kadar heyecan hissetmeme sebep olmuştu anlamıyordum fakat tek bildiğim kalbimin neredeyse boğazımda ve son hız atıyor oluşuydu.

"Yaptığımın doğru olmadığını hissediyorum," diye mırıldandı, yavaşça. Başımı hafifçe ona doğru çevirdiğim sırada bakışlarının omzuma sabitli olduğunu görmüştüm. "O gece sana bir sürü maval okudum ve şimdi dibinde biten benim." Derin bir nefes daha soludu. "Ne yapacağım ben seninle?"

Başımı önüme çevirdim, birkaç saniye tezgâha baktıktan sonra kafamın içine anlık bir şekilde uğrayan cesaretten destek alarak hışımla ona döndüm. "Eğer sen yapmayacaksan," dedim ve durakladım. "Eğer sen bir adım atmayacaksan..." Bakışlarımız kesişti. Gözlerinin yansımasında kendimi gördüm. Şişmiş gözlerimi, dağınık saçlarımı ve dünkü boğuşmanın izlerini... Gözlerimi yumdum, birkaç saniyemi böylece harcadım ve ardından aramızdaki olmayan mesafeyi kapattım. Parmak ucumda yükselerek dudaklarına uzandım fakat arada birkaç santim kalınca durup yeniden gözlerine baktım. Gözlerine açıkça yansımış tüm duygularının yanına yeni biri daha eklenmişti.

Heyecan.

Onu heyecanlandırıyor muydum?

Tamda şu an, onu heyecanlandırmış mıydım?

"Daha çok eziyet edecek misin?" dedi, en sonunda. Yavaşça yutkundu. "O adımı sen at, Asi. Çünkü her şeyi karşıma alabilirim ama çocukluğunu, asla."

Gözlerimde donan yaşlar kirpiklerimi ıslattı. Ona artık çocukluğum yok, diyemedim. Ona çocukluğumu dün sabah çaldıklarını söyleyemedim. Yalnızca gözlerinin içine baktım ve ellerime bulaşmış hamuru umursamadan iki yandan yüzünü kavrayarak dudaklarımızı birleştirdim.

Evet, Pars.

İkimizin de çok korktuğu o adımı ben attım fakat çocukluğumu karşısına alan sen olamadın.

Özür dilerim.

|~|

Karamelli Dondurma.Where stories live. Discover now