yirmi ikinci bölüm.

684 51 7
                                    

İlayda'nın gidişinden sonra birkaç saat geçmişti. Gerçeği duyduktan sonra içimdeki umut dolu kız çocuğu karanlığa saklanmıştı ve artık hastaneye gitmek istemiyordu. Ian artık gitmesi gerektiğini söyleyerek ayaklanana kadar kimse konuşmamıştı. Biliyordum, eve değil, hastaneye gidiyordu.

"Celâl," dedi Pars, hafifçe doğrularak. İkisinin bakışları kesişti ve aralarında sözsüz bir konuşma geçti. Birbirlerini kolayca anladılar, Ian, kafasını salladı ve, "Dikkat et, kardeşim." diyerek son bir telkinde bulunarak kapıyı arkasından çekti.

Ona Celâl demişti ve o da herhangi bir tepki vermemişti. Daha önceden tanışıyorlar mıydı?

Odadaki kayıp ruhlardan biri ayrılınca sessizlik daha çok bastırdı. Konuşmuyordu, bir şey yapmıyordu ama gitmiyordu da. Buradaydı, yanımda oturuyor ve ruhumu besliyordu. Bu aptal hislerin içimde ne zaman yükselmeye başladığını bilmiyorum. Bu hislere sahip olamazdım, kirliydim, kirliliğim gözümü kör ediyordu.

"Ne düşünüyorsun?" dedim ona bakmadan. Bakışlarım yere sabitlenmiş gibiydi.

"Hiçbir şey düşünmüyorum," dedi, solgun bir ses tonu ile. Yorgun muydu? Onu yormuş muydum?

"Daha fazla oturmana gerek yok. İstersen gidebilirsin.."

"Burada olmam seni rahatsız ediyorsa, giderim."

Gözlerimi şaşkınlık içinde kırpıştırıp ona döndüm. Koyu kahve gözleri salonun ışıksızlığı altında daha çok siyaha dönmüştü ve dipsiz, boş birer kuyuyu andırıyorlardı. Bu görüntü her ne kadar oturup sonsuza kadar izlemek isteyeceğim bir görüntü olsa da, bir noktada beni korkutuyordu.

Benden bir cevap almadı, bunu evet olarak kabul etmiş olmalı ki ağır hareketlerle ayağa kalktı ve koltuğun üzerinde duran telefonuna uzandı. Gideceği konusunda telaşa kapılarak acele ile doğruldum ve ayağa kalktım.

"Gitmene gerek yok, bu gece kimse gelmeyecek."

Siktir. Bu gece kimsenin gelmeyeceğini neden söylemiştim? Böyle bir şeyi merak etmemişti bile. Aptal! Aptal Asi! Duraksayarak yüzümü baktığı sırada yanaklarımın içini sertçe dişledim. Birkaç saniyesini düşünmeye adadı ve hemen arkasından kalktığı yere geri oturdu.

"Zamanı değil, biliyorum, ama.." dedi, biraz sonra. Sıkıntıyla bir nefes aldı. Ona doğru döndüğümü gördüğünde ise gözlerine yayılmış endişe biraz daha büyüdü. "Bu çok saçma ve bencilce olacak. Kusura bakma lütfen, gereksiz."

"Bırak da ne kadar gerekli olduğuna ben karar vereyim?" dedim, sitemden uzak bir şekilde. "Burada sabaha kadar boş boş oturmaktan iyidir."

Derin bir nefes soludu ve, "Asi.." dedi, yavaşça. "Beni neden hayatından çıkardın?"

Yüzümde, refleks ile karışık, silik bir gülümseme baş gösterdi. Seni hayatımdan mı çıkardım, Pars? Ben, seni hayatımdan mı çıkardım? Ona tam da şu anda hayatımın ortasına kurulduğunu söylesem, salaklığıma güler miydi? Belki de bu sefer beni hayatından çıkaran o olurdu. Sahi, niye gelmişti? Niye bana bunu soruyordu? Gerçekten, sadece sen mi benim hayatımın ortasındasın, Pars? Bu, yalnızca benim tarafımda olan, karşılıksız bir saçmalık mı? Tüm bunlar canımı sıkıyordu. Tüm bunlar beni öylesine boğuyordu ki, az önce dizlerime geçirdiğim o tırnakları şimdi boğazıma saplamak ve beni boğan her şeye siktiri çekmek istiyordum. Gördünüz mü, demek istiyordum. Gördünüz mü, ben yaptım! Siz yapamadınız ama ben yaptım! Bu korkaklık mıydı yoksa cesaret miydi bilmiyordum, belkide herhangi biri bile değildi fakat bu olmaması gerektiğini göstermezdi. Bu hayat, sonunda kurtuluşumun olduğum bir oyundu ve ben oyun oynamayı çok severdim. Karamelli Dondurma'dan bile çok.

Karamelli Dondurma.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin