on dokuzuncu bölüm.

917 60 32
                                    

|~|

Elimde tuttuğum kısa boy bardağın içindeki sarı sıvıdan bir yudum daha aldım. Bardağı tuttuğum sol elimin dirseği bar tezgâhına dayalı, diğer elim ise tezgâhın üzerinde ve telefonumu tutuyordu. Parmaklarım, vücudumdaki dirensizliği göstermek istercesine titriyor ve telefonum her an düşecek gibi duruyordu. Elimde emanet gibi duran telefonumun ekranında ise ekran görüntüleri ile dolu olan gizli klasörlerimden biri açıktı. Ekran görüntüleri ise, elbette, Pars ile olan aptalca, günlük konuşmalarımıza aitti.

Bunları çoktan silmiş olmalıydım, bunlara bakmam, hattâ hâlâ telefonumda olmaları bile çok saçmaydı fakat içimde bir yerde bağıran Asi'yi göz ardı edemiyordum.

Belkide hiç numarasını silmemeli, ona hiç veda etmemeli ve konuşmaya devam etmeliydim. Kendi duygularıma siktiri çekmem gerektiğinin farkında olmama rağmen ben, bana eziyet eden duygularımı değil, duygularımın sebebini hayatımdan çıkarmayı seçmiştim. Bu yanlıştı. Bu olmamalıydı. Hayat bana acımasız davrandı diye bende hayata acımasız davranmamalıydım. Hayat canımı yakıyor diye bende birilerinin canını yakmamalıydım.

Gotik ortama kıyasla arka fonda çalan slow şarkı, bir süre sonra kulaklarımı tırmalamaya başlamıştı. Hapları aldığım adam, Baran Abi, birkaç haftadır ortada yoktu ve artık dayanabilecek düzeyde hissetmiyordum. Buraya, kullanabileceğim başka bir şey aramaya gelmiştim fakat etrafta kimse benim kadar çaresiz görünmüyordu. Öyle ki, ne yüzümde makyaj ne de saçımda herhangi bir çaba vardı. Üstümdeki kombin saçma sapan şeylerin birleşimi ile oluşmuştu ve bu da gelen geçen herkesin dikkatini çekmeme sebep oluyordu.

Kafamın içi öylesine gürültülüydü ki, kendi sesimi bile duyamıyordum.

Birkaç dakika geçti. Ekranda hâlâ aynı ekran görüntüsü vardı. Arka planda çalan sinir bozucu şarkı değişmedi ve bardağım dördüncü kez boşaldı. Her yeni bir bardağa başladığımda, zihnimi de alkol gibi soyutluyordum. Bu hareketim de bir süre sonra belirsizleşti. Yanımda bir hareket hissedene kadar, aynı pozisyondaydım.

"Yanımdaki bitik hanımefendi ne içiyorsa bana da aynısından, lütfen."

Kulaklarıma ulaşan kadifemsi, yumuşak sesin sahibine baktım. Kızıl saçları neredeyse omzuna ulaşan, çilli ve parlak yeşil gözlü bir adamdı. Yüzünde sakala dair en ufak bir şey yoktu ve ince dudakları samimi bir gülümseme ile gerilmişti.

Onun aksine baygın bakan kahve gözlerimi kırpıştırdım. "Pardon?"

"Kötü enerjin üç kilometre öteden hissediliyor diyorum," dedi ve önüne koyulan bardaktan bir yudum aldı fakat tadını aldığı an eş zamanlı olarak yüzünü buruşturdu. "Nasıl içiyorsun bunu? Mazot ve sidik karışımına benzer bir tadı var."

"Çok içtin herhalde," diye söylenerek oturuşumu düzelttim ve ona dönmeden kendi bardağımı kafama diktim. Gülümsemesi genişledi. "Tahmin edilesi bir tipsin aslında," dedi yavaşça. Bu sırada işaret parmağını alt dudağına değdiriyor ve düşünüyormuş gibi bir tavır sergiliyordu. "Büyük ihtimalle aşk acısı çekiyorsun ve kendini alkole vurdun. Ya da zaten alkoliğin tekisin ve buna birde aşk acın eklendi. Bana kalırsa ikincisi. Bu şeyi içmek için tecrübe lazım."

"Sus biraz." Belli belirsiz mırıldanarak ellerimle yüzümü kapattım. "Çok konuşan yavşak olmaz. Az konuş, öz konuş."

"Yavşak mı? Alındım. Hem barmen dururken neden sana yavşayayım ki?" dediğinde kafamı şok içinde ona çevirdim. Şaşkınlığımı farkederek güldü. "Ne? Yoksa seni kandırıp yatağa atmak istediğimi falan mı sandın?" Kendi söylediği şeye kahkaha attı. "Lütfen ama! Tipim değilsin hem. Sarışın ve olgun adamları tercih ederim."

"Pardon," diye mırıldandım. "Eşcinsel biri gibi durmuyorsun. Ve benim kafam fazlasıyla güzel. Seni iki kişi görüyorum şu anda."

"Konuşacak kadar ayık görünüyorsun." Yeniden gülümsedi. "Sorun değil. En azından şeytanın elçisi diyip beni taşlamadın."

"Ne?"

"Yapan olmuştu." dedi ve hemen arkasından üzerindeki, düğmelerinin yarısı açık olan gömleği aşağıya çekiştirdi. Belli bir yara izini işaret ederek "Bak bu da bıçak yarası. Aslında amaçları malûm yerimi kesmekti ama çırpınınca böyle oldu." dedi.

Zaten şoktayken birde bunu duymam ile birlikte gözlerim daha çok açılmıştı. "Dalga mı geçiyorsun benimle?"

"Hayır." Bu olay onu eğlendiriyormuş gibi sırıttı ve yara izinin üzerini kapattı. "Eşcinsel olduğum için 'erkeklik' organını taşımayı haketmiyormuşum." Ardından bana doğru eğildi. "Aramızda kalsın ama bence benimki daha büyük diye kıskandılar."

Dumura uğramış bir ifade ile yüzüne bakarken son söylediği ile birlikte kendimi tutamayarak ufak bir kahkaha atmıştım. Hemen arkasından ellerimi ağzıma kapattım. "Özür dilerim!"

Bu halime bakıp gülerek kafasını iki yana salladı. "Özür dilemene gerek yok, komik bir olay."

Yüzümde oluşan gülümseme ile ona baktım. "İstanbulda, özellikle Kadıköy civarlarında bunu yapacak çok insan yok aslında. Yani, ayıplarlar belki ama kimse... Organını kesmeye çalışmaz..."

Bu sefer kahkaha atan oydu. "Organını mı?" Yeniden kahkaha attı. "Alemsin kızım. Doğuluyum ben. Urfa taraflarından."

"Ha... Anladım. O zaman organını kesmeye çalışmaları normal. Bende Adanalı'yım biliyor musun? Ama annem Adanalı olduğunu hep gizlemeye çalışıyor. Öğretmen çünkü. Ayrıca hiç sevmiyormuş Adana'yı. Bence çok havalı bir şey. Adanalı'sın yani. Adana güzel yer. Şırdan yedin mi sen hiç? Ben yemedim, biraz iğrenç görünüyor. Ama çok güzel kebap yapıyorlar." Aklıma gelen anılara yüzümü buruşturdum. "Dürüme sokum diyorlar." Alkol ve ani duygu yüklenmesi ile birlikte dolan gözlerimi hızlıca kırpıştırdım. "Komik bir isim. Birisine dürüm yiyelim yazmak yerine sokum yeriz yazmıştım. Konuşmuyoruz ama şimdi onunla. Benim yüzümden aslında... Ben kestim konuşmayı."

İnce, neredeyse yok gibi duran fakat yüzüne farklı bir hava katan kaşlarını çattı. Önce dudaklarını başka bir şey söylemek için araladı fakat ağlamaya başladığımı görünce duraksayarak sordu. "Sen ağlıyor musun?"

Burnumu çektim. "Ağlamıyorum. Gözüm işiyor."

"Aptal esmer," diye mırıldanarak kollarını omzumun etrafına doladı. Kafamı göğsüne denk getirerek oraya yasladığım sırada içimi çekerek ağlamaya başlamıştım.

O gece, bir aptal olmayı seçmiştim.

O gece, hiç tanımadığım birinin kollarında ağlamış ve ilk kez bundan hiç gocunmamıştım.

O gece, birbirimizle acılarımızı paylaşmış ve neredeyse sabaha kadar konuşmuştuk.

Son beş aydır hayatıma hiç tanımadığım insanları alıp merkeze koyduğum gibi, onu da diğerlerinin yanına almıştım.

Adını bilmiyordum. Kim olduğunu, yaşını, ne yaptığını, nereden geldiğini. O da benimkini bilmiyordu.

Sorun değildi.

Hayatıma aldığım ilk isimsiz olmayacaktı.

Fakat hiçbiri, ilkinin yerini doldurmayacaktı.

|~|

Karamelli Dondurma.Where stories live. Discover now