onuncu bölüm.

1K 91 5
                                    

"Pekâlâ, sanırım bu kötü sonuçlanmış bir randevu."

|~|

Yüzümü buruşturdum. "Sensin kötü sonuçlanmış randevu, hadsiz." Saçımı arkaya savurarak sırtımı kapıya yasladım ve bakışlarımı yüzüne çevirdim.

Koyu sarı renk, yarı dalgalı ve ıslak görünümlü, dağınık saçlara sahipti. Siyah, kısa kollu tişörtünün açıkta bıraktığı geniş kollarında ve boynuna kadar uzanan sayısız dövmesi vardı ve dövmeden hoşlanmayan biri olarak bu görüntü anlamsızca hoşuma gitmişti. Görünüm olarak kesinlikle yirmili yaşlarında değildi, benimle yaşıt gibi görünüyordu fakat yüzünü bir maske gibi saran kayıtsız ifadesi ona farklı bir olgunluk katıyordu. Uzun bir boyu vardı, üstüne yapışmış siyah tişörtten karın kasları oldukça belirgindi. Spor yaptığı belliydi.

Ve kahverenginin neredeyse en koyu tonu olan, yarı çekik fakat içi iri gözleri.

Siyah gibiydi fakat siyah değildi. Bunun ayrımı kolayca yapılamazdı ama ben, bu kafayla bile bunu görebiliyordum.

"Bitirdin." dedi, sessizliği bölerek. Anlamayan bakışlarla yüzüne baktığımda gözlerini bir anlığına yoldan çekip bana çevirdi. "Çok baktın, diyorum."

Normalde olsa bu utanacağım bir cümle olurdu fakat o an bunu hiç garip karşılamamıştım. Omuz silkerek yeniden cama dayandım ve arabanın içini incelemeye başladım.

"Yukarısı açılıyor mu?" diye saçma bir soru yönelttiğimde güler gibi bir nefes verdi.

"Yok, süs olsun diye çizdirdim tavana."

"Ha?" Kaba bir şekilde ağzımdan çıkan sese karşılık onunla birlikte yüzümü buruşturdum.

"Ha değil, efendim. Saygısız çocuk."

Yarı yabancı olmasına rağmen oldukça akıcı bir şekilde Türkçe konuşuyordu. Bir an için kendimi sapık gibi hissettim. Gözlerimi kocaman açmış, boş boş adamın yüzüne bakıyordum.

"Açmamı ister misin?" diye sorunca, mümkünmüş gibi gözlerimi biraz daha kocaman açtım.

"Neyi?!"

Gözlerini kıstı. "Yukarıyı?"

"Ha? Ha.. Şey... Olur."

Kafasını olumsuzca iki yana sallayıp bir düğmeye bastığında arabanın üstü açılmaya başlamıştı. Soğuk hava birkaç saniye tereddüt etmeme sebep olsa da tek elimi cama dayayarak ayağa kalktım ve açılan bölümden vücudumun üst tarafını çıkardım. Yüzüme hızla çarpan rüzgâr ile birlikte gözlerimi kapattığımda kollarımı iki yana açtım ve ortada herhangi bir sebep olmamasına rağmen yüksek sesle gülmeye başladım. Geçtiğimiz cadde kalabalıktı, sesler oldukça yoğundu fakat umrumda bile değildi. Bir anlığına kendimi uçuyor gibi hissetmiştim.

"Hasta olacaksın, otur artık," dediği sırada sesi sitemli olsa da bu halimden eğlendiği belliydi.

Gözlerimi açarak aşağıya baktım. "Benim üstü açılan arabam yok, Norveç'li! Bir daha nerede bulacağım bunu?!"

"Benim üstü açılan arabam var ama, Adana'lı. İstediğin zaman seni gezdirebilirim."

Ellerimi arabanın üstüne vurdum. "Gerçekten mi?!"

"Vurmasana kızım arabama! İn, hadi." Uzanıp kolumu tuttuğunda yeniden koltuğa oturmuştum. Arabanın üstünü kapattı ve tek eliyle direksiyonu kontrol etmeye devam ederken emniyet kemerimi bağladı. Ben ise hâlâ aptal gibi sırıtıyordum.

"Ayakkabılarımı da çıkardın. Bak, kaza yapınca ölmeyeyim diye emniyet kemerimi de bağladın."

"Kaza yapmayacağız, bu bir trafik kuralı. Ne çok konuşuyorsun sen öyle? Sus biraz."

"Sustur."

Cevap vermedi fakat aldığı nefesi duymuştum. Kafamı cama yaslayarak bacaklarımı kendime çektim ve koltuğun üzerinde dizlerime sarıldım. Elbisem neredeyse baldırlarıma kadar çıkmıştı ama aldırmadım. Çünkü bana gözü ilişmiyordu. Bu davranışı ve kanımda dolaşan madde, sınır tanımama engeldi.

"Ne içtin?" dedi, gözünü yoldan ayırmadan.

"Of, Pars ya! Bir dakikalığına babam gibi davranma lütfen, kusarım bak arabana."

"Baban gibi davranmıyorum." Yüzü neredeyse buruşacak gibi olmuştu fakat son anda kendini topladı. "Sadece ne içtiğini sordum."

"Mavi Şeytan soludum," dedim, bakışlarımı yeniden ona ilerleterek. Kaşları çatıldı fakat ne demek istediğimi anlamadığı belliydi. "Nereye gidiyoruz?"

"Sahile. Biraz açıldıktan sonra seni eve bırakırım. Yine annenlerden gizli mi çıktın?"

Cevap vermek için dudaklarımı araladım fakat artık midemin üveylini göz ardı edememiş ve yüzümü buruşturmuştum. Tek elimi ağzıma kapatırken Pars, durumun farkına vararak arabayı köşeye çekmişti. Araba durduğu gibi inip aralıklı olarak duran ağaçların birine ilerledim. Tek elimi ağacın gövdesine dayayarak bedenime yayılmış zehri dışarıya bıraktım.

Ben doğrulana kadar Pars beni beklemiş ve saçlarımı tek eliyle yukarıda toplayarak önümü açmıştı. Artık yalnızca kuru bir şekilde öksürmeye başladığımı farkederek doğrulurken sırtımı ağaca doğru yasladım. Pars, yüzümü inceliyordu.

"Mavi Şeytan ne, Asi?"

|~|

Karamelli Dondurma.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin