yirmi birinci bölüm.

786 49 14
                                    

|~|

İlk insanın hikâyesini bilir misiniz?

Bilirsiniz, elbette.

Peki ya ilk çocuğun?

Bilmezsiniz.

Bende bilmiyorum.

Ama bununla ilgili bir hayalim, bir hikâyem, bir efsanem var.

Efsaneme göre, ilk çocuk doğduktan sonra dünyadaki düzen değişmiş. Fakat bu çocuk klasik hikâyelerdeki gibi Habil ile Kabil değilmiş. Bu çocuk farklıymış. Adem, onun sayesinde baba olmayı, Havva ise anne olmayı öğrenmiş. Bu çocuk bir testin parçasıymış yalnızca. Peki ya Lilith? Ah, zavallı Lilith. Aşık olduğu adamın bir başka kadından olan çocuğunu görmeye dayanamadı, öteki kadın olmayı reddetti ve dünyayı terk etti. Tanrı'nın nimetlerini reddetti, herkesi lanetledi fakat çocuklar bu lanetten etkilenmedi. Lilith, öfkeliydi. Olmaması gerektiği kadar öfkeliydi. Bir plan yaptı ve ilk insanın çocuğunu, ilk çocuğu kaçırdı. Adem ve Havva, çocuk gittikten sonra onun öldüğünü düşündü fakat Lilith, merhametliydi. İlk çocuğu büyüttü, ona bir isim vermedi ve 16 yaşına bastığında dünyaya geri indirdi. Dünya, artık kalabalık bir yerdi. 16 yıl, 16 asır gibi geçmişti. İlk çocuk, yasak bir kadın ile büyüdü ve ilk çocuk, vücudunu, yalnızca ama yalnızca harama harcadı.

Şu an bu satırları okuyan sen, ilk çocuk değilsin fakat her zaman ilk çocuğun yolundan ilerledin. Bunu değiştirmek senin elindeydi, fakat değiştirmek istemedin. Bunu anlarım, çünkü bende istemedim. Hemde bana birçok kez seçim hakkı tanınmışken.

Kulaklarıma dolan silâh sesi ile birlikte olduğum yerde sıçrarken karşımdaki tanıdık yüz de benim kadar şaşkındı. Tamamen önüme geçerek görüş açımı kapattığında iki yandan kollarımı tuttu ve yürümem için nazik bir hamlede bulundu fakat yerimden kıpırdayamadım. Bir silâh sesi daha duydum, bu sefer çok yakınımdaydı sanki. Ama öyle bir şey yoktu. Kurşun, yine aynı yolculuğu yapmış ve yerdeki adama çarpmıştı. Bu adam, Baran abiydi.

Yerde küçük bir gölcük oluşmasına sebep olan kan birikintisi midemi bulandırıyordu. Buğulu bakış açım tamamen karanlığa gömülmüş gibiydi. Derinlerden bir ses duyuyordum, beni çağırıyordu fakat kim olduğunu bilmiyor, ya da bilmek istemiyordum. Kollarımda duran ellerin baskısı arttı fakat hâlâ canım yanmıyordu. Belki de kendime gelmek için canımın yanmasına ihtiyacım vardı.

"On saniyen var. Eğer onu buradan götürmezsen, aynı kaderi tekrarlar. Hızlı ol, Pars. Geçmişi yâd etmek istemezsin."

Zihnim tarafından sansürlenen küfürler, kulağıma boğuk bir melodi gibi geliyordu. Ayaklarım, birinin yönlendirmesi ile birlikte hareket etmeye başladıklarında kan gölünü tamamen arkamızda bırakmıştık. Ama o yerde yatıyordu? Kimse ona yardım etmiyordu? Bunu haketmiyordu.

Baran abinin bir karısı ve iki çocuğu vardı. Karısı bağırsak kanseriydi, hastanede yatıyordu. Bir oğlu vardı, 8 yaşındaydı. Otistik belirtisi konmuştu fakat o çok zekiydi. Yalnızca konuşmuyordu. Bir kızı vardı, henüz yeni 2 yaşına girmişti. Annesini daha önce hiç görmemişti, bazı geceler çığlıklar atarak ağlasa da onu annesine götürmüyorlardı. Baran abi, işinden çıkarılmıştı, evleri yıkık döküktü. İşinden çıkarıldığı gün, karısının kanser olduğunu öğrenmiş ve kendini bir çıkmazda bulmuş, daha sonra yolu, benim gibi, buraya düşmüştü. En olmaması gereken yere, tamda buraya. Şimdi, tam karşımda kanlar içinde yerde yatıyor ve hayatına dolan bütün umutları, koyu renk kanı ile birlikte sürükleniyordu. Bu adil değildi. Bu adil olmamalıydı.

Karamelli Dondurma.Where stories live. Discover now