yirmi beşinci bölüm.

602 45 11
                                    

Derin bir nefes alın ve ayda yılda bir attığım bölümlerin en kötülerinden birini yavaşça okuyun.

chase atlantic ft. goon des garcons; consume.

|~|

Telefonumdan saati kontrol ettikten sonra üzerimdeki pijamalardan kurtulup hızlıca iç çamaşırlarımı değiştirdim. Pars hâlâ mesajıma bakmamıştı fakat beni ekmeyeceğini biliyordum. Böyle bir konu varken beni ekmezdi... Değil mi?

Islak saçlarımı sırtıma salarak dolabımı açtığım sırada alt kattan bir kapı sesi yükselmişti. Kimin gelmiş olduğunu bilmiyordum fakat beni çok etkilemezdi, zaten gidecektim. Yeniden dolabıma döndüm ve siyah, alt tarafı dantellerle süslü bir bralet, üzerine de onun biraz altında biten ama hareket ettikçe onu da belli edecek beyaz, kısa kollu bir tişört giyindim. Altıma giymek için yüksek bel, siyah bir pantolonu yatağın üzerine bıraktığım sırada odamın kapısı açılmıştı.

Altımda iç çamaşırım olduğu için paniğe kapılarak yatağın üzerindeki ikinci örtüyü çektim ve hızlıca üzerime kapattım. Birkaç saniyelik adım sesleri önümde durduğunda kesilmişti. Kafamı yavaşça kaldırdığımda ise Tuna'nın açık yeşil gözleri ile benim kahverengi gözlerim buluşmuştu.

Kalbim, göğüs kafesimi sertçe tekmelemeye başladığında bir adım geriye gittim ve bacaklarım, masama çarptı. Beni baştan aşağı süzmüş ve bana doğru bir adım atmıştı. Burnumdan yalvarırcasına nefesimi bıraktım ve sanki olabilirmiş gibi daha da geriye gitmeye çalıştım.

"Uzun zaman oldu."

"Lütfen... Yapma."

[...]

Göğüs kafesim hızla kalkıp inerken altıma hızlıca pantolonumu geçirdim ve üstümdeki her şeyi çıkararak pantolonun üzerine, geniş, beyaz kazağımı giyindim. Çantamı ve gerekli her şeyimi aldığım sırada ağlamamak adına sürekli burnumu çekip duruyordum. Hızlı adımlarla odamdan çıkıp, aynı adımlarla merdivenlerden indim ve salonda bana seslenen annemi umursamadan kapıyı açtım. Dışarı çıkıp kapıyı arkamdan sertçe çektiğimde Pars'ın geleceği yere doğru koşmaya başladım. Rüzgâr yüzümü sertçe yalarken, kızarmış gözlerimden yağmur yağmaya başlamıştı.

En sonunda alt sokağa ulaştığımda etrafta kimseyi görememiştim fakat biraz daha ilerlediğimde Pars'ın arabasının köşede durduğunu farketmiştim. Adımlarımı artık yorgun atmaya başlamışken göğsüm, sessizce ağlamam yüzünden şiddete sarsılıyordu. Pars, önce kafasını telefonundan kaldırıp bana baktı ve beklemeye başladı fakat biraz daha yaklaştığımda ağladığımı farketmiş olacak ki önce kaşları çatıldı ve hemen arkasından arabadan indi. Bana doğru bir adım attı fakat kendimi daha fazla tutamayarak ona doğru birkaç koşar adım attım ve kollarımı boynuna sardım.

Artık kendime ait bir evim, daha da önemlisi bir yuvam olduğunu hissedemiyordum. İçinde bulunduğum tüm bu durumlardan kaçmak, kime olduğunu bile bilmeden birine sığınmak istiyordum. Canım öylesine yanıyor, kendimden öylesine iğreniyordum ki, kana bulanmış bu ellerimi ona dokundururken bile çekiniyordum. Bunu haketmiyordu. Ellerimdeki kanı, kendi üzerine bile isteye almayı haketmiyordu. Bunu bilmek, canımı daha da çok yakıyordu.

Tek eli yavaşça sırtımdan yukarı tırmandı ve ince uzun parmakları kahverengi saç tellerimin arasına daldı. Ağlamam hiddetlenerek vücudumun titremesine sebep olurken belimde duran bir elinin seğirdiğini hissetmiştim. Sanki ne yapacağını bilmiyor gibiydi.

Güzel. Bende ne yapacağımı bilmiyordum.

"Asi.." dedi yavaşça. Parmakları yavaşça saçlarımda dolaşmaya başlamıştı. "Küçükken anne ve babamın çok fazla işi oluyordu, bu yüzden beni hep abim dediğim biri uyuturdu. Mızmız bir çocuktum, bana masal anlatmadığı sürece uyumazdım. O da bana hiç masal bilmediğini fakat uydurabileceğini söylerdi. Onlardan birini dinlemek ister misin?"

Karamelli Dondurma.Where stories live. Discover now